Normalde erken dönem -bilmiyorum, bu adlandırma teorik olarak yanlış olabilir- Türk öykü ve romanlarına karşı bir parça mesafeliyimdir. Çoğunlukla biraz toy ve sıkıcı bulurum ya da anlattıkları meseleler ilgimi çekmez. En son lisede bir Halide Edip, Tarık Buğra ya da Reşat Nuri okudum mesela ama az önce Sami Paşazade Sezai ve Memduh Şevket Esendal'dan öyle iki öykü okudum ki kelimenin tam anlamıyla enfestiler. Şu an oturdum ve "acaba Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki yazarlarımıza biraz haksızlık etmiş olabilir miyim?" diye sorguluyorum. 🙂🚬