İdeolojinin paradigması olarak değerlendirilen dil, aynı zamanda algının başlıca düzenleyicisi olarak da kabul edilmelidir. Ünlü dilbilimci Sapir tarafından da belirtildiği gibi, "sosyal gerçekliğin" kavranması bakımından insanlar tamamen dilin insafına terk edilmişlerdir. Bir başka ünlü antropolog ve dilbilimci olan Whorf bu yaklaşımı daha da ileriye götürerek, düşünme biçimleri ve tüm diğer zihinsel etkinlikleri de dahil olmak üzere, dilin bir insanın tüm yaşam tarzını belirlediğini savunmuştur. Dil kullanmak demek, kişinin kendisini, o dilin doğasına zaten içkin olan algı biçimleriyle sınırlandırması demektir. Dilin biricik ifade biçimi olduğu ve buna rağmen her şeyi kendi içinde kalıba döktüğü olgusu, bizi doğrudan ideolojinin özüne götürmektedir.
Bizden bağımsız bir yapı olan dil, yalnızca ideolojik olarak ortaya çıkan bir gerçekliktir. İşte dil dünyayı bu şekilde belirleyip değersizleştirmektedir. George Steiner şu sonuca varmıştır: "İnsan konuşması, açığa çıkardığından çok daha fazla şeyi gizler; tanımladığından çok daha fazla şeyi muğlaklaştırır; ilişkilendirdiğinden çok daha fazla şeyi birbirinden koparır.”