Başarısız bir suikast girişiminden sonra insanlığın unuttuğu ve gözlerden uzak bir zindanda; senelerce mahsur kalmış ve sayısız işkenceye maruz kalmış askerlerin yaşadıklarını, aslında ‘gerçeklerden’ oluşan bir hikayeyi okuyoruz bu kitapta. Bir ömrün nasıl heba edilebileceğini, sözde adalet sisteminin ne şekilde işlediğini, bir insan ömrünün nasıl birtakım kişilerin vicdanına bağlı olabileceğinin ne yazık ki can sıkıcı derecede gerçekçi bir örneği (!) Özgürlük insan hayatında aslında ne kadar önemli ve ancak esaret altına alındığında kıymeti biliniyor, bir şeylerin yokluğu aslında varlığını anlatmak için yeterli yoksunluğu sağlıyor. Kim bilir belki de her şeyin yakılıp yıkılması yaşananların izlerini silmek içindir. Bir insan bir insana en fazla ne yapabilir ki diye düşünürken orantısız gücün üzerimizde oluşturduğu baskıyı görmekle kalmıyor yaşıyoruz.
Kitabın ismi aslında o kadar anlaşılır ki; Işığın o kör edici yokluğu insanların var olmak, delirmemek, hatırlanmak veya devam edebilmek için çabalarını gözler önüne seriyor. İnsanlığımız nerede başlar ve biter, akıl sağlığımızı hangi şartlar altında korumaya devam edebiliriz, saymakla bitmeyen zaman kendi yüzünü unutturacak kadar geçmişse kayıp ne derece büyüktür? Koca bir ömür düşünün ki zifiri karanlıkta, yalnızca ölülerin cenazeleri sayesinde gün ışığı görmüş olsun. Hayal bile edilemeyen o satırlar gerçekleri yansıttığı öğrenilince etkisi çarpıcı seviyede artıyor, üzmekle kalmıyor bolca kendinizi sorguluyorsunuz.