Türk edebiyatı klasiklerinin edebi anlamda en yoğun ve yazıldığı döneme göre en güçlü eserlerinden biri Sergüzeşt.
Yazar Samipaşazade Sezai'nin ilk ve tek roman olsa da güçlü ve akıcı bir kalemle yazılmış. Yapı bakımından hoşuma gitmeyen tek şey uzun uzun, bitmeyen cümlelerdi sadece.
Kafkaslardan getirilen esir çocuk Dilber'in elem ve zulüm dolu hayatı. Aslında buna sergüzeşt demek bir alay olur, çünkü tam bir trajedi.
Çocuk yaşına bakılmadan kölelik yaptırılan Dilber dünyadan bir haber masum bir çocukken, küçük yaşta dünyanın ve insanlığın çirkinliğine tanık oluyor. Hayatı oradan oraya savruluyor. Aşık olduğunda içten içe mutlu olabildiğinde yine acı.
Satıldığı bir evde, evin genç beyine aşık olsa da ressam bey, onu biblo gibi oradan oraya sürüklüyor. Resimlerine figüran yapıyor. Sanatçı ruhlu aslında iyi bir insan olan bu genç adam Celal bey. Ama ne fayda? Toplum kölelik, esirlik fikrini öyle benimsemiş ki bir esir artık maldan farksız.
Aşağıla, döv, çalıştır ama vicdanın ve insanlığın sağır...
Celal bey de Dilber'e aşık olduğunu fark edince her şey için çok geç. Çünkü durumu fark eden aile çoktan bu esir kız Dilber'i başka bir yere satmış.
Celal bey ne kadar arasa da Dilber'i bulamaz, çünkü o çoktan uzak diyarlara götürülmüştür. Celal acısından yataklara düşerken Dilber yine esir.
Esirliğin sonu yok, ta ki ölene kadar...