Türk klasikleri neden hep bir musibetle bitmek zorunda?? Bu yazarların içi dünyasında neler olup bitiyor, ruh halleri neden böyle??
Dokuz yaşında esir olarak getirilmiş küçük Çerkez bir kızın başından geçenler anlatılıyor. Bir evden diğerine cariye olarak satılırken çektiği eziyetler, uğradığı hakaretler, yediği dayaklar cezalar… Hepsi birbirinden korkunç. Minik bir kuşa benzeyen kalbi bir gün aşık olur ama onu da burnundan getirirler. Sevdiği kişinin annesi bir başkasına satmıştır onu çoktan, esirci onu alıp Mısır’a götürmüştür fakat sevdiği adamın ruhu duymaz.
Sevgilisinin ortadan kaybolduğunu fark edince akıl sağlığı tehlikeye girer, beyin iltihabına yakalanır. Zaten Celal Bey’in bahsi bir daha geçmiyor.
Bu güzel cariye yani Dilber de tam kurtulacakken her şeyden vazgeçip kendini Nil Nehri’ne teslim eder. İçindeki minik kuş böylece sonsuz özgürlüğe kavuşur.
Dediğim gibi, Dilber’in elinde vapur bileti vardı, İstanbul’a dönebilirdi. Gönül isterdi ki Celal Bey’e kavuşsun fakat muhterem yazarımız bu şekilde bitmesini tercih etmiş, itiraz edemem..
Keyifli olmayacak sonu belki ama yine de iyi okumalar..