Okuma sürecim zorlayıcı ve düşündürücü oldu. Zorlayıcı kısmı; kitapta çok fazla terimsel ifade olmamasına rağmen çeviriden kaynaklı olabileceğini düşündüğüm, bazı cümlelerin çok uzun ve anlaşılmasındaki güçlük o yerleri okumadan geçmeme neden oldu. Düşündürücü kısmı ise nevrotik belirtileri kendimde görmüş olmam. Kendime bile itiraf edemediğim bu belirtileri arka arkaya görmek beni etkiledi.Keşke bunların üstesinden nasıl gelinebileceğine dair öneriler de kitapta mevcut olsaydı.
Biraz elimde sündükçe sünen, her sündüğünde de üstüme yapışan bir kitap oldu. Öyle bir dönemde okuyorum ki kitabı nevrotik değilsem bile artık kesinlikle nevrotiğim.
Yazar, okuyanın kendini nevrotik olarak tanımlayacağını düşündüğü için eserin sonunda nevrotik diye kime dendiğini açıklamış. Evet, sosyolojik ve çağımızın dinamikleri açısından hepimizde birtakım nevrozlar baş gösterebiliyor. Burada önemli olan bu nevrozların bizi ve çevremizi ne derece etkilediği.
Büyüdüğümüz çevre, yaşadığımız tecrübeler bizlere devamlı olarak bazı izler bırakıyor. Bunların bir kısmı geçiyor ama bir kısmı kişiliğimize olumlu ya da olumsuz etkiler bırakıyor. Bazen rekabet hırsı bazen ise öfke nöbetleri olarak karşımıza çıkan bu kişilik nevrozlarının şiddetleri ve temelleri bizim için son derece önem arz ediyor.
Kişisel gelişim açısından da önemli olan Çağımızın Nevrotik Kişiliği, her bölümde okuyana bir aydınlanma yaşatıyor. Yakın çevremiz ve kendimiz açısından davranış analizi yapmamızı kolaylaştırıyor. Tek eksiği, keşke bunlar için neler yapılabilir hakkında da geniş metodlar sunsaydı. Ama tabii ki kitap okuyanı tedavi etme amacı gütmüyor. Psikolog fiyatları bu kadar almış başını gitmişken keşke gütseydi diyorum.
… başlangıçta da dikkat çekildiği gibi, bütün bu bireysel farklılıklara karşın, bir nevrozun gelişme temeli olan belirleyici çatışmalar pratik açıdan her zaman aynıdır. Genelde bunlar, kültürümüzdeki sağlıklı insanın da tabi olduğu çatışmaların aynısıdır. Nevrotikle normal insan arasında net bir ayrım yapmanın olanaksız olduğunu söylemek tartışmasız bir görüş, ama bunu bir kez daha tekrarlamak yararlı olabilir. Kendi deneyimleri için tanıdıkları çatışmalarla ve tutumlarla karşı karşıya olan birçok okur, kendi kendine şunu sorabilir; Ben nevrotik miyim, değil miyim? En geçerli ölçüt, bireyin kendi çatışmalarının tuzağına düştüğünü hissedip hissetmediği, bunlarla yüzleşip yüzleşemeyeceği ve dolaysız bir biçimde bunlarla savaşıp savaşamayacağıdır.
Belli işlevleri yerine getirdiği ölçüde nevrotik acı çekme, kişinin istediği şey değil, bedel olarak ödediği şeydir ve kişinin amaçladığı doyum kendi içinde acı değil, bir kendini bırakmadır.
kişiliğin, bütünü anıştıran parçasına yönelik yıkım olasılıkları korkusu genellikle, ayrımsamaya toslayan süreç içindeki tek etkendir. Nevrotiğin bu konuda bildiği tek şey, bir delirme korkusu beslediğidir.
Gerçekte mazoşist kişi kendini bir şeye ya da bir insana verme yetisinden tam anlamıyla yoksundur; örneğin enerjisinin tamamını bir davanın hizmetine verme ya da kendini sevgi içinde bir başka insana tümüyle verme yetisinden yoksundur. Kendini acının kollarına bırakabilir, ama bu kendini bırakma, içinde bütünüyle pasiftir ve acısının nedeni olan duyguyu ya da ilgiyi veya kişiyi sadece, kendini yitirme uğruna kendini yitirmek için bir araç olarak kullanır. Kendisiyle karşısındaki arasında aktif bir etkileşim yoktur, söz konusu olan onun kendi amaçlan içindeki ben merkezcil uğraşıdır. Kendini bir insana ya da davaya içtenlikle vermek içsel gücün bir dışavurumudur; mazoşistçe kendini bırakma ise sonuçta zayıflığın bir dışavurumudur.