Hz. Peygamber (s.a.v) bir gazaya çıkmıştı. Yolda kılıcını bir ağacın dalına asarak ağacın gölgesinde uykuya daldı. Bir süre
sonra Garves isimli bir kâfir geldi ve ağaca asılı olan kılıcı alıp kınından sıyırdı, Efendimiz (s.a.v)'in başucuna dikildi ve:
"Şimdi seni benden kim kurtaracak?" dedi. Efendimiz
(s.a.v):
- “Allah" buyurdu. Sonra adam ikinci kere aynı soruyu sordu ve Efendimiz (s.a.v) yine aynı cevabı verdi. Bunun üzerine
adam kılıcı kınına soktu ve hemen oracığa oturdu.
Efendimiz (s.a.v)'in buradaki tevekkülü, her şeyi Allah
Teâlâ'dan bilmenin, işi O'na havale etmenin ve O'na tam bir
teslimiyetle itimadın zirve örneğidir. Böyle bir tevekkül gösterebilen kulu elbette Allah Teâlâ sever ve yarı yolda bırakmaz.
"Nedir bu gerçek?" diye sorulacak olursa, bu satırların yazarının buna vereceği cevap, kendi kalbî ve ameli hayatının
bir yansıması olarak şudur: İmanda zaaf, ihlâsta eksiklik ve
amelde kusur!
"Teslim olma"ya yanaşmıyoruz. Rahatımız bozulmasın, konforumuz tehlikeye düşmesin, kimsenin kimseye faydasının dokunmadığı bu zamanda kimseye muhtaç olmadan yaşayalım;
biz kimseye karışmayalım, kimse de bize müdahale etmesin
diyerek içimize kapanmanın faturasını, her birimiz ayrı ayrı
problemlere muhatap olarak ödüyoruz. Yani çözüm diye sarıldığımız şey, aslında problemin baş müsebbibi.
Bir diğer deyişle sıkıntı, sadece dayatmacı anlayış ile ilahi
teklifler arasındaki uyuşmazlıktan kaynaklanmıyor. İşin bir de
şu boyutu var: Ortalıkta İslam adına üretilen birbiriyle çelişik
bir sürü anlayış dolaşıyor. Hepsinin de "gerçek İslam" olduğu
iddia edilen bu anlayışların hangisi doğru? Kur'an ve Sünneti
doğru anlayıp, gerçek anlamda benliğimize ve hayatımıza hakim kılmanın yolu nereden geçiyor? Kur'an ve Sünnet bizden
ne istiyor? Hangi tarz müslümanlık murad-ı ilahîye uygun olan
modeli ortaya koyuyor?
Acaba sorun gerçekten tümüyle bizim dışımızdan mı kaynaklanıyor? Yaşadığımız bütün olumsuzlukların yegâne sebebi
"dışarı" mı? Bizim tek tek bireyler olarak bir ihmal
rumuz söz konusu değil midir?