İşte, şimdi, bu gelecekteki tehlikelere karşı, önce coğrafyamızın ve tarihimizin bize emrettiği görevi üstlenelim. Bu görev, sınırların sun'i olduğunu bilerek, milletimizin parçalanmış olduğunu bilerek, yeni baştan kendimizi tanımamız ve kendimizi tanımlamamızdır. Biz neyiz? Biz sadece bir ırktan ibaret değiliz. Biz bir medeniyetin milletiyiz. Bu medeniyet, İslâm Medeniyetidir. Medeniyetimiz, büyük, bir kriz geçirmiştir. Bu krizin sonucunda düşmanlar, bundan yararlanmıştır. Ve bu sebeple devletimiz parçalanmıştır, milletimiz bölünmüştür. Şimdi, önce bu noktadan, yani 1918'de uğradığımız o büyük felâketten yola çıkarak, ondan sonra yaptığımız yanlışlıkları ayıklayarak, tıpkı Rusyada çöken rejimin, sun'i rejimin benzeri olan, islâm ülkelerindeki rejimleri yeniden ve kökten sorgulayarak ve en tabii, en tarihî, en tarihî-sosyolojik baza oturarak, yeni baştan varolmamız lâzımdır. Bu varoluşu bu millet yapacaktır. Kendimize güvenmeliyiz. Çünkü: geçmişimizde, atalarımızın temelini attığı büyük bir medeniyet yatmaktadır. Bu medeniyet ölmemiştir. Bu medeniyetin milleti de ayaktadır. Ancak, bu medeniyet kriz geçirmiştir. Bu millet de bölünmüştür. Her parçası sürekli bir propaganda, telkin altındadır. Ve birbirinden koparılmak için, her şey yapılmaktadır. Meselâ, suriyelilere, öbür araplara, siz arapsınız, türkler geldi sizi istila etti, sizi sömürdü denilmektedir. Bizde de, yüz yılı aşkın süredir, ne Şam'ın şekeri ne arabın yüzü denmektedir.