Mustafa Kemal Atatürk'ün halk sevgisi son derece içtendir ve kapsamlı bir derinliğe sahiptir. Halkın sıkıntısını kendi sıkıntısı olarak içinde duyar ve sahip olduğu tüm olanaklarla bu sıkıntıları ortadan kaldırmaya çalışır. Sürekli yurt gezilerine çıkar ve halkın isteklerini bizzat yerinde saptar, halka verdiği sözleri kesinlikle yerine
Türk Kurtuluş Savaşı; inancın güce, kararlılığın teknolojiye ve ulusal direncin emperyalizme üstün geleceğini gösteren somut bir gerçek, destansı bir direniştir. Kazanılmış olan ilk antiemperyalist savaştır.
Reklam
Mustafa Kemal'in 1 Mart 1922 Meclis konuşmasını bugün herkes önüne koyup düşünmelidir. Atatürk'ün adını ağzından düşürmeyip, ülkeyi "Osmanlı'nın son günlerine götüren işbirlikçi siyasetçiler", "maaşa bağlanmış gönüllü ajanlar", "uluslararası şirketlerle bütünleşmiş 'yerli' holdingler", bol paralı "gerici örgütler", "kaçakçılar", "milliyetçilikle ilgisi olmayan milliyetçiler", "eğitilmiş bölücüler", devleti yıkmak isteyen "devlet görevlileri", medreseleşen üniversiteler, % 70'i borca giden bütçeler, artan yoksulluk, toplumsal çılgınlığa dönüşen sosyal yozlaşma, tarikatlaşan partiler, Gümrük Birliği'ni savunan "Atatürkçüler", liberal solcular, halktan ve gerçeklerden uzak dar kafalı "aydınlar", devlet kadrolarından uzak tutulan örgütsüz Kemalistler, öldürülen önderler; Mumcular, Üçoklar, Aksoylar, Kışlalılar... İşte ülkemizin karşı karşıya bulunduğu tehdit ve tehlikeler... Sanki Türkiye'de Mustafa Kemal yaşamadı, sanki Türk Devrimi olmadı. Ancak biliyoruz ki Mustafa Kemal yaşadı ve Türk Devrimi bir gerçek. 1939'dan beri verilen tüm ödünlere ve tüm karşı koyuş çabalarına karşın henüz yok edilememiş olan bir gerçek.
Avrupa Birliği Türkiye'yi hiçbir zaman tam üyeliğe almayacaktır. Çünkü; Gümrük Birliği üyeliği AB'ne üye olmak için verilen bir ödündür. Ekonomik gücüne ve yönetim sistemine güvenen Avrupa ülkeleri, ortaklıktan elde edecekleri yararları düşünerek gümrüklerini diğer ülkelere açmışlardır. Türkiye ortaklık haklarını elde etmeden pazarını Avrupa'ya açmıştır. AB, Gümrük Birliği ile Türkiye'den alacağını herhangi bir bedel ödemeden almıştır. Bu nedenle tam üyeliğe alınmasının gereği ortadan kalkmıştır.
21. Yüzyıla girdiğimiz şu günlerde, seksen yıl aradan sonra Türkiye'de, Sevr'e temel oluşturan anlayışın hemen aynısıyla, uluslararası anlaşmalar ve bu anlaşmalara bağlı olan uygulamalar yapılmaktadır. Küreselleşme ideolojisinin bir gereği olarak yapıldığı açıklanan anlaşmalar, 1920 Sevr'iyle insana acı veren bir benzerlik içindedir. Kemalizm'in görkemli başarıları somut bir gerçeklik olarak ortada dururken, ülkeyi bir yarı sömürgeye dönüştüren anlaşmalara imza atanlar; Türk ulusuna karşı, tarih önünde, Damat Ferit ya da Vahdettin'in yüklendiğinden daha ağır bir sorumluluk altına girmektedirler. Çünkü Kemalizm'in kanıtlanmış başarıları önlerinde dururken bunu yapmaktadırlar, 1920 Sevr'i, devlet bütçesi ile ilgili olarak şunları söylüyordu: "Türkiye'nin devlet bütçesi İngiltere, Fransa ve İtalya'dan oluşan bir komisyon tarafından düzenlenecek, komisyona katılan Türk delegelerinin yalnızca danışma niteliği taşıyan kararlarda oy hakkı olacaktır, Türk Devleti komisyonun onaylamayacağı herhangi bir mali düzenlemede bulunamayacak, Gümrükler Genel Müdürü'nü komisyon atayacak ve görevinden alabilecektir. Komisyon, Türk Devleti'nin para politikalarını belirleyecek ve bu belirlemede Osmanlı Bankası ve Düyunu Umumiye İdaresi ile birlikte çalışacaktır
Gelişmiş ülke çıkarlarıyla tekelci şirket çıkarları artık aynı anlama geliyor. Büyük şirketler, özellikle mali sermaye şirketleri, yalnızca ekonomiye değil, devlet örgütünün tümüne egemendirler. Rockefeller'ın 1950'lerde Eisenhower'e gönderdiği ünlü mektupta yazdıkları, durumu açık olarak ortaya koyuyor: "Standart Oil için iyi olan Birleşik Devletler için iyidir." General Motors'un Başkanı Charles E. Wilson da aynı şeyi başka cümlelerle ifade ediyor: "Şirketim için neyin iyi olduğunu biliyorum, dolayısıyla Birleşik Devletler için neyin iyi olduğunu biliyorum." Günümüz dünya siyaseti bu sözlerde ifadesini bulan anlayış üzeri kuruludur. Bu nedenle uluslararası anlaşmalar giderek devletler arası anlaşmalar olmaktan çıkarak eylemsel olarak, tekelci büyük şirketlerle azgelişmiş ülke devletleri arasındaki anlaşmalar haline geliyor Gelişmiş ya da azgelişmiş ülkelerin devlet yetkilileri artık, kariyerleri şirket çıkarlarını gözetmedeki "başarıya" bağlanmış olan basit görevliler haline gelmişlerdir.
Reklam
Türk tarımının gelişmesine büyük önem veren ve önemi; "Tarımda yeni ve ileri teknikler uygulamak", "Tarımsal üretimde kalite ve verimliliği yükseltmek" ve "Tarımda üreteni koruyarak alın terinin karşılığını vermek" biçiminde ifade ederek üç temel ilkeye bağlayan Mustafa Kemal Atatürk, 16 Mart 1923 günü şöyle söylüyordu: "Büyük devletler şimdiye dek bize şu ya da bu sorunlarda gösterişli yardımlarda bulunuyor gibi görünüyorlar, oysa, ekonomik tutsaklıkla bizi felce uğratıyorlardı. Öteden beri bize bazı şeyleri vermiş gibi, bizim bazı haklarımızı tanımış gibi durum alırlar, gerçekte ise, ekonomide elimizi kolumuzu bağlarlardı. Bu tutsaklığa katlanan devlet ileri gelenleri hoşnuttu. Çünkü görünüşte gösterişli bir gelecek sağlamışlardı Fakat gelecekte ulusu manen yoksulluk çukuruna atmışlardı. Bunlar ekonomik mahkumiyeti kavrayamamış bedbaht hayvanlar idi."
Türkiye'de Tarım destek uygulamalarına ayrılan pay 1995 yılında 5 milyar dolar iken, bu pay 1999'da 2.9, 2000'de 2.5 milyar dolara düşürülmüş, 178 daha sonra IMF'ye verilen niyet mektupları ile tarıma yapılan devlet desteği'nin tam olarak kaldırılacağı kabul edilmiştir. Oysa, ABD'nde tarıma, 1980 yılında 7.7 milyar dolar devlet desteği verilirken bu destek 1986 yılında 25.8, 179 1995 yılında ise 97 milyar dolara çıkarıldı. 180 Aynı dönemde AB'nde tarıma yapılan destek, 1980'de 62 milyar dolardan 1986 yılında 21.5, 181 1995 yılında ise 127 milyar dolara çıkarıldı.
Mustafa Kemal Atatürk, şarta bağlanmış denetimsiz borçların ne anlama geldiğini, ulusal bağımsızlık açısından ne tür tehlikeler içerdiğini ve hangi koşullarda kullanılması gerektiğini sürekli olarak açıklamış ve Cumhuriyet Yönetimi'nin mali politikalarını bu açıklamalar üzerine oturtmuştur. 15 yıl boyunca, TBMM'ni açış konuşmalarının hemen tümünde bağımsız maliye, denk bütçe, vergi uygulamaları, milli kambiyo ve Türk parasının değerinin korunması üzerine görüş bildirmiş öneri getirmiştir, 1 Mart 1922'de savaş sürerken, Meclisi açış konuşmasında; "Herşeyden önce milli amacımız olan bağımsızlığımızı sağlamaya ulaşmaktan başka birşey düşünemeyiz. Bu nedenle bizce önemli olan mali gücümüzün bu sonucu sağlamaya yeterli olup olmayacağıdır" der ve 1920 ve 1921 yıllarındaki uygulamalara dayanarak, kalkınmanın kendi gücümüzle gerçekleştirileceğini açıklar. "Memleketimizin gelir kaynakları, milli davamızın güvenle sonuçlandırılmasına yeterlidir. Yoksunluklar içinde olsa da milli gücümüz, bugüne dek olduğu gibi dış devletlerden borç almadan memleketi yönetecek ve amacına ulaştırabilecektir.
30 Mart 1999 günlü Cumhuriyet Gazetesi, "Yok Denildi Petrol Fışkırdı" başlıklı haberinde şunları yazıyordu: "ABD'ne ait ARCO çokuluslu şirketinin yaklaşık on yıl önce açtığı ve petrol olmadığı gerekçesiyle kapattığı Diyarbakır-Kayayolu sahasında; TPAO tarafından yapılan yeni çalışmalar sonucu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en zengin ve en kaliteli Petrol yatağı bulundu." 60 Mustafa Kemal Atatürk bunları bildiği için, 1921 Aralığında TBMM'de şunları söylüyordu: "Biz yaşamını, bağımsızlığını kurtarmak için çalışan emekçileriz, yoksul bir halkız. Efendiler! Halkçılık, toplumsal düzenini emeğine, haklarına dayandırmak isteyen bir toplumsal doktrindir. Biz bu hakkımızı korumak, bağımsızlığımızı güven altında bulundurabilmek için, Meclisçe, ulusça bizi yok etmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı ulusça savaşı uygun gören bir doktrini izleyen insanlarız."
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.