Susadım su diye içtim zamanı
Bindim bir huzmeye geçtim zamanı
Dilime verildi sözden anahtar
Yanaşdım onunla açtım zamanı
Dediler ki "vakit kılıçtır keser"
Davranıp ortadan biçtim zamanı
Sonra ellerimde oldu bir teşbih
Koparıp etrafa saçtım zamanı
Silkinip dönüştü bir gök küreye
Sardım kollarımla koçtum zamanı
Kırkbin yılda kırkbin belde dolaştım
Nihayet arkadaş seçtim zamanı
Susadım su diye içtim zamanı
Bindim bir huzmeye geçtim zamanı
Sana bu mektubu bir gece yarısında yazıyorum
Azatlığın zirvesinde sohbete dalmış yıldızlar
Zühre bir şarkı tutturmuş Bâbil'den kalan
Zavallı dünya habersiz, zavallı dünya sağır
Bir Hârût'la Mârût,(*) bir de ben dinliyorum.
Derken kayıp gidiyor yıldızlardan birisi
Bir intikam fişeği gibi
saplanıyor karanlığın karnına
Senin namına yıldızları kıskanıyorım.
Kim bilir kaç ışık yılı uzakta
Öfkeyle kollarını çemriyor yalancı fecir
İmanım gibi biliyorum vakit asılmak vaktidir
Ve Taksim gazinolarında trahomlu şairler
Mısra arıyorlar masaların altında
Kanını içiyorlar bilmeden "Cennet atları"nın
Ben yurdumun en sert tütününden
bir sigara sarıyorum
Dumanı ciğerlerime değil iliklerime çekiyorum
Ne kadar ürkek ceylan varsa Asya çöllerinde
Domaniç yaylasında ne kadar dizginsiz at
Başlıyorlar koşmaya kılcal damarlarımda
Sıcak solukları yalarken alnımı
Toynaklarını hissediyorum alyuvarlarımda.
DİLAVER CEBECİ
Asya’nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime
Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitare
Adam akıllı yorulmuşum
Ellerin böyle olmamalıydı
Ellerine acıyorum
Ve kim bilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum
Durup durup ıssız yerlerde
“güçlü ol ey kalbim, güçlü ol
Daha çok işimiz var” diyorum
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum