Mercimeği fırına vermek
*** ORTA ANADOLU'NUN hemen her şehir ve kasabasında mahalle fırınları vardır. Evlerde, dört kulplu büyük teknelerle hamurlar yoğurulur. Her evin nüfusuna göre haftalık ekmek yapılır. Akşam olunca bu fırınlara evlerden çömlekler, büyük tencereler, güveçler ve benzeri kaplar içinde, keşkek, işkembe, paça, nohutlu et, mercimekli et gibi pişmeleri uzun süren ve kuvvetli ateş isteyen yiyecekler gönderilir ve sabaha kadar güzelce pişerdi. Sabahleyin herkes fırına koşar, akşamdan koyduğu keşkeği veya etli mercimeği alıp sofrasına getirirdi. Mahallenin birisinde genç bir kız, komşularından güzel bir delikanlıya aşık olmuş. Delikanlı da kıza tutukmuş. Fakat muhit küçük, etraf dedikoducu olduğundan bir türlü buluşup konuşamazlarmış. Fırına keşkek, paça veya mercimek koyalım diye her gün akşam üzeri kızcağız anasına yalvarırmış. Anasının gönlünü edince, mercimek çömleğini kaptığı gibi akşamın alaca karanlığında evden çıkar, tenha bir köşede kendisini bekleyen oğlanla buluşup, hasret giderirmiş. Bir akşam üstü iki aşık o kadar muhabbete dalmışlar ki, mercimek çömleğini kızın omuzundan alan delikanlı, kızla beraber fırının kapısına kadar gelmiş. İçerideki kadınlar görüp gülüşmüşler ve ertesi gün dedikodu almış yürümüş: "Ahmet Efendi'nin Zeynep ile Hasan Ağa'nın Kâmil dün akşam üstü mercimeği fırına vermişler."
Bunca yıl... Vay be
*** Kısa kes Aydın abası olsun
Reklam
Halep ordaysa arşın burda
*** ADAMIN BİRİ vakti zamanında Halep'e gidip gelmiş. Artık her mecliste yerli yersiz "Ben Halepte iken..." diye söze başlar, dinleyenleri bıktırırmış. Bir gün kahvehanede lâf cirit oyunundan, koşudan ve uzun atlamadan açılmış. Bizimki: "Ben Halep'te iken sekiz arşın atlardım..." diye bir palavra atmasın mı ortaya? Artık sabırları tükenen ahbapları: "Haydi canım..." demişler. "Nişângahsız atıyorsun. Sekiz arşın atlamak nerede, sen nerede?" "Doğru söylüyorum, atladım..." diye ısrar etmiş adam. "Peki efendim, öyle ise burada da atla ki görüp inanalım" demesinler mi! Adam "Yok hayır, ben Halepte atladım." demiş. İçlerinden biri: "Canım, Halep orada ise, arşın burada atla da görelim" diyerek adamı susturmuş.
Geldi Safiye , gitti kafiye
*** ŞİİR MERAKLISI BİR ADAMIN, Safiye adında bir karısı varmış. Adamcağızın şiir merakının aksine, bu Safiye Hanım şiirden hiç anlamaz, haz etmezmiş. Anlamayı bir kenara koyun, kocasının şiirle meşgul olmasına "beyhude zanaat" diyerek karşı da çıkarmış. Adam karısının çarşıya pazara çıktığı bir günü fırsat bilerek, şiir yazmaya koyulmuş. Bir mısra, iki mısra derken epeyce yazmış. Tam şiiri bitirecek son mısranın kafiyesini tamam etmek üzere iken, kadın içeriye girmiş. Girmesiyle de “Ah kör olasıca, yine mi çiziktirirsin" demiş. Kafası karışan adam, kafiyeyi unutuvermiş. Kalemi kâğıdı atıp: "Geldi Safiye, gitti kafiye" demiş. ... Bu deyim, dikkat gerektiren bir işle uğraşan birinin, başkası tarafından dikkatinin dağıtıldığını belirtmek için kullanılır.
Fani Dünya:D
BİRKAÇ ARKADAŞ bir olup hava almak ve eğlenmek için dolaşmaya çıkmışlar. Köyün dışından geçen bir derenin kenarındaki patika yoldan giderlerken bakmışlar ki bir adam derenin akan köpüklü sularının tam ortasında, arkasında bir sandık, kafasında fıçı çenberinden yapılmış bir takke, ortasında sallanan bir çanla, çangur çungur ayakta çalkalanıp
enteresan
VAKTİ AKTİYLE ANADOLU'NUN bir şehrinde, herkesin 'çıngıraklı baba' diye sevdiği, hürmet ettiği ve hatta keramet sahibi sanarak, manevî kuvvetinden çekindiği bir adam varmış. Yaşlıca, ak sakallı, ak sarıklı, esrarengiz biriymiş. Pabuçlarının burunlarına ve cübbesinin eteklerine yüzlerce ufak kuzu çıngırağı ve zil dikermiş. Onun uzaktan yaklaştığını bu çıngırak ve zil seslerinden herkes duyarmış. Çıngırak ve zillerin sebebini soranlara: "Efendim, insan bilmeyerek, görmeyerek, yerdeki karıncaları ve diğer ufacık mahlûkları çiğneyebilir ve günaha girer. Onları ayağımın altından ürkütüp kaçırmak için bu çıngırakları diktim" cevabını verirmiş. Bir gün hükûmet kuvvetlerinin uzun bir takip sonunda yakaladığı en azılı eşkiya çetesine bu çıngıraklı babanın reislik yaptığı mahkemede anlaşılmış. Herkes hayretten dona kalmış. O günden sonra halkın dilinde bu söz yer etmiş. Herhangi bir adamın doğruluğundan ve namusundan şüphe edildiği zaman şöyle derlermiş: "O kadar dürüst ve doğru bir insandır ki, etekleri zil çalıyor." Bu deyim, günümüzde, sevinçten eli ayağı birbirine dolaşmak, heyecanlanmak mânâsında kullanılmaktadır..
Reklam
44 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.