Yusuf'la bir gül koparıyoruz
Birinci Koğuşun havuzundan
Şakayla karışık bir hüznün Gülü
Tutuklu olmanın gülünçlüğü
Umudun yağmuru kırmızı çiçek
Devrimin rengi, uçucu ve berrak
*
Eşyayı ve insanı kavramış
Eyüp'te, kalabalığın su gibi aktığı bir caddede gördüm onu. Eski zamanlardan günümüze sarkmış gibiydi. Ne kıyafetleri bizimkine benziyordu, ne de bakışları. Duvarın dibine bir kilim sermiş, kilimin bir ucuna oturmuş, önüne de on demet kadar gül koymuştu. En az seksen yaşında. Sanırsınız, kilimin üzerine ürkek bir kuş konmuş...
Bu ilginç görüntüsüne rağmen, inanın, kimsenin dikkatini çekmiyordu. Onun yerinde filanca bankanın kredi kartını ta- nıtan manken olsaydı eğer, gözlerinde bozukluk olanların bile dikkatini çekerdi.
Önce uzun uzun onu seyrettim, sonra önündeki güllere eği- lip baktım. Belli ki gülleri toplayalı çok olmuş. Sararmış, sol- muş, boyunlarını bükmüşler. Demek ki pek alan yok.
Bu solgun görüntülerine rağmen, plastiğe benzeyen ve ağ- zına kadar hormon doldurulan güllerden daha iyi görünüyorlar. Ve mis gibi kokuyorlar. Gülleri koklayınca, evde yapılan reçeller aklıma geldi.
"Nine, güllerin demeti ne kadar" diye sordum. "Beş yüz" dedi. Bir demet gül alıp iki milyon verdim. "Bu para çok oldu" deyip zorla bir demet gül daha verdi. Ve gülü verirken de ekledi: "Hak geçmesin."
Ah benim güzel ninem...
Çok yaşa emi...
Dostum İbrahim "Dünyanın en güzel gülü henüz açmadı!" dediğinde ben onun bir gülistanda açacağını sanmıştım. Meğer o dikenler, diken yaraları, gözyaşları ve kan damlaları arasında açacakmış. Bir gül bu kadar mı zahmetli büyürdü? Güle kan rengini vermek bu kadar mı fedakârlık isterdi? Bir gülün etrafında bu kadar mı diken çok olurdu? Gül çağında, güle rengini veren kanlar böyle mi kızıla boyanırdı? Gülün rengi için kinler bu kadar mı ayrışırdı? Kan akıtanlar bir yanda, kanlarını akıtanlar diğer yanda. Ebû Cehiller, Ümeyyeler, Velidler ve Hattaboğlu Ömerlere karşı Ebû Bekirler, Osmanlar, Yasirler, Sümeyyeler ve Ammârlar...