Güneşli bir gündü. Saat iki civarları sıcaklığın en yoğun hissedilen vakitleri. Aklı olan çıkamazdı bu vakitte dışarı. Şimdi herkes evlerinin en serin odalarında yatmakla meşgul olmalıydılar. Ben,özlemle kavrulmuş ben. Vatanımın bu en kavurucu sıcağına bile hasret kalmış ben. Çıkardım başımı. Gökyüzünün maviliğinde kaybolmak istedim. Sineklerin vızıltısında ve arıların bayılacakmış gibi uçuşunda arada bir suyunu bana damlatan bir söğüt ağacının altında uzanmak istedim. Sonra seni gördüm. Bir kayanın üzerinde kırmızı pabuçlarının içindeki narin ayacıklarını gördüm. Biraz daha fazla yukarı bakınca gözlerim dizlerine kadar uzanan beyaz elbisenin altındaki ışıltılı bacaklarınla karşılaştım. Biçimli vücudun ve ışıl ışıl güneşte parlayan güzel yüzünü seyrettim. Kızarmıştı yüzün ve susamıştı pembe dudakların. Düşünceliydi gözlerin. Huzurlu ve sakindin. Yanına gelsem uzatsam başımı bacaklarının üstüne bütün dertlerimi unutacaktım ya da hepsi artık çözülecekti. Sanki sihirliydi bedenin.Sonra sıyrıldın birden bütün düşüncelerinden. Gördün beni. Samimi ve hafif bir gülümseme yayıldı yüzüne. İşte bu gülümseme benim içimdeki büyük bir boşluğu doldurmaya yetti ve aşık oldum. Artık mutlu olmam için hayatımda senin varlığın gerekliydi.
Göğsümde bir küçücük derya buldum
Kabına sığmaz bir ceylan yoldaşım
Eteğini toplamış bir sevgili düştü kumsala
Ufacık kuru dudaklarında bir hasret sayhası