Bugün yaşayan Müslümanlarda tuhaf biçimde bir Ebu Talib kompleksinin yansıdığına şahid oluyoruz. Ebu Talib kendisi için "atalarının dininden döndü derler" diye kelime-i şehadeti getirmekten kaçınmıştı.
Şimdi bir başka biçimde bazılarımız tıpkı Ebu Talib'in yürüttüğü mülahazalar içinde bulunuyoruz ve adeta onun gibi Resulullah (sav)'a "Sen doğru söylüyorsun, Allah birdir" diyoruz da, iş teslim olmaya gelince, Ebu Talib nasıl atalarının dini “uğruna teslim olmaktan kaçındıysa, biz de sanki atalarımızın diniymiş gibi baktığımız bir takım "ilmî safsatalara" bakarak teslimiyetten kaçınıyoruz.
En azından yaptığımız, bu "ilmi safsatalarla" İslâm'ı telif emeye kalkışmak oluyor. Vaktiyle bizim tiyatro konusunda yapmayı denediğimiz gibi.
“Ne var ki, bildiğini yaşamak ve bildiğini "içerden" kavramak büsbütün ayrı bir keyfiyettir. İslâm'ı "dışardan" öğrenerek onu bildiğini sananların İslâma yönelttikleri eleştirilerin temel sakatlığını, değindiğimiz bu noktada aramalıdır. ”
İslâm, Müslümanları kâfirlere benzemekten men etmektedir. Bu, her Müslüman için genel bir hüküm mahiyetindedir. Giyim kuşamdan başlayarak yemek yeme tarzına, selamlaşmaya, beşerî ilişkilerdeki tavırlara kadar, günlük ve bireysel yaşantıdan toplum düzenini yöneten her çeşit kurallara kadar, İslâmî nasslara bağlı kalarak yaşamak, Müslümanları bir bakıma kâfirlere benzemekten kendiliğinden alıkoyar. Bu hükümlere bağlı kalarak yaşandığında Müslü- man, kâfirlere benzemekten ve onlara özenmekten zaten kendiliğinden korunmuş olur.
“Dinin buyruklarına ve yasaklarına, ancak ve yalnız dinin buyruğu ve yasağı olduğu için uyulur. Bir Müslüman için domuz eti yememenin tek sebebi dinin bu husustaki buyruğunu yerine getirmek içindir. Başka bir şey için değil. Fakat dinin hükümleri içindeki hikmetleri araştırmak olsa olsa fazilettir.”