geceleri bir ıslık
penceremin altında birileri
beni çağırıyorlar
(yoksa yanılıyor muyum)
koşup bakıyorum kimseler yok
sarayburnu’nda sis düdükleri
mektuplarım kayboluyor posta kutusundan
birileri çalıyor ama kim
geçen akşam yağmuru değiştirdiler
yumuşak başlamıştı tatlı ve ılık
nasıl olduysa kestiremedim
az sonra sülfirik asitti gökten yağan
(cam iplikleri halinde yağıyor
değdiği yeri eriterek
duman duman)
“Kalbimi kelimelerle doldurdum. Mektuplarım onun için parmaklarını yakıyor. Dudaklarını da yakacak. Dudaklarını ve bütün varlığını. Ben pervane değil, ateşim. Kıskanıyorum kelimeleri. Birer kelebek gibi sana uçuyorlar. Kelimeler senin kokunla sarhoş…
Bütün müsveddelerimi yırttım, göğsümün kıllarıyla
gövdemin kokusundan buharlaşıyor şiir.
Sana çok önceden, bir yaz sonu, bir parkta
sıkılmış yumruğumu ısırarak
buna benzer bir şeyler söylemiştim
milât yok
demiştim, milât yer almayacak hayatımızda.
İşte bütün müsveddelerimi yırttım
işte artık göğsümün kıllarıyla
gövdemin kokusundan buharlaşıyor şiir
işte onlar artık saçların kadar Boşnak
karşılıksız mektuplarım gibi yepyenidir.
İnsanların artık, bir süre, yüzlerine bakma yerine, kalplerini dinleyebilsem, diyorum! Çünkü, yüz hatlarında güvenirlilik kalmadı. Ben çok çektim insan yüzlerinden!
sokağımsan
ben anahtarı çevirdiğim zaman
kapanan evin kapısı değil,
senin kapın olsun açılan.
adresimsen
mektuplarım doğru dürüst gelsin;
iki kişi telefonla konuşurken
olmayalım hemen üç kişi.
kentimsen,
başka kentler de girsin araya;
daha bir sevinçle katılayım,
şenliğimsen.
(...)
uzat saçlarını frigya,
yarimsen,
yurdumsan,
söz ver Anadolu!