önce, o zamanki Türk devletinin ordusunda tanınmış bir
subay büyük bir suç ve yahut büyük bir günah işledi. Bu günahı istemesindeki âmil çok güzel bir
kadındı. Bu subay, suçunun veya günahının cezasını çok pahalı bir şekilde, büyük maddî veya manevî
ıstıraplarla ödedi. Fakat bu öyle bir vaka idi ki, halk bunu asırlarca unutamadı. Subayın çektiği cezayı
umûmî vicdan kâfi görmediği için onun ruhunun da ıstırap içinde kıvranmasını ve dünyaya her
gelişinde aynı cezanın tekerrürünü arzu etti. Ceza pek şiddetli olduğu ve masal iki bin yıl öncesini
anlattığına göre bu vaka Mete zamanında geçmiş olabilir. Senin sevgili Mete'nin zamanında...
Burkay ölmekle ıstıraptan kurtulmuş olmadı. Her yıl bahar olup çiçekler açtıkça, Açığma‐Kün'ü görüp
sevdiği çam ağacının yanında ruhu dolaşıyor. "Istırap çekiyorum. Sen de beni seviyor musun" diye
inliyor. O günden bugüne kadar bin yıl geçtiği halde Burkay her bahar orada ağlıyor. Yanında duran
Açığma‐Kün "Sus, sus, ben de ıstırap çekiyorum" diye; yanıp yakılıyor. Fakat "Ben de seni seviyorum"
demiyor ve yıllar böylece akıp geçiyor.
Nerde kaldın ay bakışlı? Neden gittin inci dişli? Senin için hasta düştüm.
Eller gezip dağlar aştım. Artık bana varmaz mısın? Derdime em vermez misin? Gel, benim ol çiçek
yüzlüm! İpek saçlım, ışık gözlüm!