Serinin ikinci kitabı olan toprak, yine gazeteci Defne Kaman'ın başına açtığı bir beladan ibaret. Eser için Çorum ili seçilmiş. Çorum'un doğasını ve tarihini gayet güzel ele almakla birlikte seçilen tarihi eser kaçakçılığı konusu da coğrafya ile uyumlu nir şekilde işlenmiş. Bu kitapta ilk kitaba oranla birtakım tesadüfler de var mesela Defne Caman'ın babasının kütüphane müdürü olması gibi...
Bu tesadüfler kurgunun gücünü zayıflatmış bana kalırsa biraz. Tam kendinizi kaptırıp okuyorsunuz ve öyle bir tesadüf çıkıyor ki karşınıza bir anda gerçek hayata dönüyorsunuz.
Ne yazık! İnsan neden hayvanlarda görünenlerden daha üstün duygularım var diye böbürlenir? Bu hayvanları yalnızca daha gerekli varlıklar haline getiriyor. Dürtülerimiz yalnızca açlık, susuzluk ve istekten ibaret olsaydı, neredeyse özgür olurduk; ama şimdi esen her rüzgarla, tesadüf eseri bir sözcükle ya da kelimenin bize iletebileceği bir manzarayla etkileniyoruz.
Yatıyoruz; bir düş uykuyu zehirleme gücüne sahip
. Kalkıyoruz; serseri bir düşünce günü kirletiyor.
Hissediyor, görüyor ya da düşünüyoruz; gülüyor ya da ağlıyoruz,
Deli kederi kucaklıyor, ya da endişemizi fırlatıp atıyoruz;
Aynı şey; üzüntü olsun, neşe olsun ,
Çıkış yolu hâlâ açık.
İnsanın dünü, asla yarını gibi olmayabilir;
Değişimden başka bir şey ayakta kalamaz!
18.yüzyıl Alman Edebiyatı’nın önemli isimlerinden biri ile selamlıyorum sizi.
Öykücülük yönü çok bilinmeyen Friedrich Schiller’in çok keyifli bir öykü kitabıyla.
Çok güzel bir tevafuk eseri yakın zaman önce okuduğum #josephvoneichendorff ‘un “Bir Aylağın Hayatından” isimli kitabında geçen benzer bir cümle ile tesadüf eden bu kitap çıkar çıkmaz aldıklarımdan.
Schiller; Wieland, Herder ve Goethe ile “Weimar Klasiğinin” en önemli dört yazarından biri. Hal böyle olunca öykülerine kayıtsız kalmam imkansızdı.
Karakterlerinin psikolojik gelişimine odaklı öykülerinde ahlâki ikileme düşen, umutsuzluğa sürüklenen, suça itilen insanın açmazını dillendirmiş.
Yükte hafif pahada ağır bu öyküleri dilerim teğet geçmezsiniz.
Bazı klişe yerleri olsa da çok güzel ilerleyen bir kitaptı. Yazarın
İspanyol Aşk Aldatmacası kitabından katbekat daha güzeldi. Bir çırpıda okunabilecek ve bitirdiğinizde yüzünüzde bir tebessüm bırakacak bir kitap.
Konusuna gelecek olursak:
İspanyol Aşk Aldatmacası kitabındaki Lina’nın en yakın arkadaşı Rosei’nin evinin tavanının çökmesi üzerine balayında olan arkadaşının evinde kalmasıyla kitap başlıyor. Ne tesadüf ki (hiç tahmin edemezsiniz) malum erkeğimiz Lina’nın kuzeni Lucas da New York gezisinin konaklama yerinin Lina’nın evi seçmiş. Tabii sonrasında evde “sen kal ben kalayım”derken olaylar başlıyor.
~ SPOİLER~
Duygularının ilk itiraf eden ve sonuna kadar ikilemde kalmadan (acaba reddedilir miyim? diye) arkasında duran kişinin Rosie olmasını çok sevdim. Karşılıklı iki tarafında teselliye ihtiyaç duyduğunda birbirini kadın-erkek demeden teselli etmesi de bayağı güzeldi.
Çok tatlış, hemencecik okunabilecek bir kitap. Çok romantik türü okumayı sevmem ama yazar kendini bayağı geliştirmiş, bu kitabına bayıldım.
Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana, dünyada başka türlü bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin. Bunu sonuna kadar götüremediysen, kabahat senin değil. Bana hâkikaten yaşamak imkânı verdiğin birkaç ay için sana teşekkür ederim. Böyle birkaç ay, birkaç ömür kıymetinde değil midir?
“Sevdiğimiz bir kişi öldüğü zaman, sağ kalmak suçunun kafaretini yüreğimize işleyen yegın bir pişmanlıkla öderiz. Ölümü, bu kişinin ne kadar eşsiz benzersiz olduğunu açıkça anlatır bize…”
-s. 91-
Bu kitabı lisans yılımın ilk senesinde Eğitim Sosyolojisi dersi için beraber çalıştığım yakın bir dostumdan duymuştum. Çok sevmişti.
This text has been automatically translated from Turkish. Show Original
If coincidence had not brought you before me, I would have lived the same way, but unaware of everything. You taught me that there is another life in the world and that I also have a soul.