Türk Kası diyenlerin dikkatine
Bu yazıyı okuyanlar arasında, kilosu ile problem yaşayan varsa muhtemelen göbeğine bir göz atıp "şekerimde bir sorun olduğunu sanmam, benim asıl problemim şu fazla yağlar. Ah şu yağlardan bir kurtulabilsem" diye düşünüyor olabilir. İnsanların çoğu, vücutlarının belli bölümlerinde bulunan fazla yağların, yağ konusunda pek de dikkatli davranmamasından oluştuğunu düşünebilir. Ama akşam yatmadan önce yediğiniz çilekli pastanın içindeki şekerin de göbeğinizdeki yağa çok büyük katkısı olduğunu unutmayın lütfen. Yukarıda da belirttiğimiz üzere, kan şekeri yükseldiğinde, insülin enerji kaynağı olarak glukozun hücrelere girmesini sağlar. Özellikle karaciğer ve kaslarda, kandaki şekerin glikojen formunda depolanmasını sağlar. Artık karaciğer ve kaslarda glikojene yer kalmadığında ise şekerin yağa dönüşümü başlar. Yani göbeğinizdeki yağların kaynağı düşündüğünüzden çok farklı olabilir. İlerleyen yaşlarda verimli kullanabileceğiniz bir beyin istiyorsanız, bilhassa glisemik indeksi yüksek olan karbonhidratlara karşı çok daha dikkatli olmanız gereken bir beslenme biçimi kaçınılmaz durmaktadır.
Büyük Ayrılık, Alıntı
... bizim gibi emekçilere biçtiği elbiseyi belirlemiş burjuvazi.. Herifler sistemi kendilerine göre kurmuşlar. Onların çocukları okuyacak, onların çocukları devletin yüksek kademelerinde çalışacak, kısacaca her yerde onlar mutlu olacak! Bizi de alın yazısı safsatasıyla, vatan, millet, din ve hamaset nutuklarıyla aldatacaklar.
Sayfa 487 - Doğan KitapKitabı okudu
Reklam
Şerefsizler!
Bilindiği gibi I. Dünya Savaşı sonunda OsmanlI Devleti'ni parça parça etmek iste­yen ülkelerin başında gelen İngiltere, savaştan hemen sonra çok şiddetli bir şekilde, tutukladığı ve esir aldığı OsmanlI Devletinin ileri gelenlerini "Ermeni katliamından suçu" olarak yargılamak istemekteydi. Bunda da o derece kararlıydı ki, İstanbul'da İngiltere Temsilcisi olarak bulunan Amiral Webb Ingiltere'ye gönderdiği bir telgrafta: "...Ermenilere zulmeden herkesi cezalandırmak için Türkleri toptan idam et­meli... Yüksek görevlileri ibret verici bir şekilde yargılayarak cezalandırmalı..." diyor.(32) İngilizler bu kinle Batum'da askerî mahkeme kurmuşlar ve yargılama­ ya başlamışlardır. Ama bir türlü sonuçlandıramamışlardır. Zira "soy kırım"ı ispat edecek hiçbir kanıt yoktur. Yani Osmanlı Devleti yöneticilerinin: "Bütün Ermenileri yok edin" şeklinde ne yazılı ne de sözlü bir emri bulunabilmiştir. Mahkemelerde görmüşlerdir ki bulunan bütün belgeler Ermenilere zarar verilmesinin önlenmesini istemektedir. Ama Türkleri "cezalandırmada" kararlı olan Ingîlizler resmi olarak Amerika Birleşik Devletle­rine başvururlar ve 'Türkler aleyhine delil" bulunmasını isterler. Amerika'daki İngiliz büyük elçisinin girişimleri de bir sonuç vermez ve Büyük elçi Craîge 23.7.1921 'de İngiltere'ye A B.D 'nin resmî cevabını bildirir: "...Amerikan arşivlerinde Türkler aleyhine hiçbir delil bulunamamıştır..."(33)
Endişe Nedir?
Nasıl ki az önce verdiğimiz örnekteki yüksek ateş, bedensel gücümüzle enfeksiyona neden olan mikroplar arasında süren mücadelenin belirtisi belirtisi ise, endişe de bir tarafta birey olarak gücümüzle, diğer tarafta birey olarak varlığımızı silip atmak isteyen tehdit unsuru arasındaki mücadeledir. Bu tehdit galip geldikçe öz farkındalığımız kuşatılır, teslim olur, yiter. Oysa içsel gücümüz ne kadar çoksa, yani hem kendimize hem de etrafımızdaki nesnel dünyaya dair farkındalığımızı koruma becerisi ne kadar yüksekse tehditten o denli az etkileniriz. Bir tüberküloz hastası için ateşi yüksek olduğu sürece umut vardır fakat hastalığın son evresinde beden tabiri caizse “pes ettiğinde” ateş düşer ve çok geçmeden hasta ölür. Benzer şekilde, birey ve ulus olarak günümüzde karşılaştığımız güçlüklerin üstesinden gelme umudumuzun yittiğine işaret edecek tek şey, o umursamazlığa teslim olarak endişemizle yapıcı bir şekilde yüzleşmeyi beceremeyişimiz olur.
Darmadağın
Hava tüm gün 40 dereceden fazlaydı. İçimden "bu Mersin sıcağı da temmuz ayında daha fena oluyor" derken birden kapı çaldı. Oysa kimseyi beklemiyordum. Kapıyı açtığımdaysa karşımda birisini beklerken bir zarf görmüştüm. Pembe bir zarf. Merakla içini açıp okumaya koyuldum. 3 sayfa mektup vardı içinde. Özensiz bir el yazısı, yanlış imla
Asla beraber olamayacağız. Aynı evi, aynı teni paylaşamayacağız. Aynı masada oturmayacağız. Hatta aynı şehirde bile oturmayacağız. Belki bir gün son kez görüşeceğiz, ikimiz de bunun son olduğundan habersiz. Son kez el ele gezeceğiz, belki de son kez söyleyeceğiz birbirimizi sevdiğimizi. Yine beraber planlar yapıp, tutamayacağımız Son sözleri vereceğiz birbirimize. Ve elbette yollarımız yine ayrılacak bir gün. Sonra aramıza şehirler girecek, Hiç karşılaşmayacağız. Tesadüfler bile bir araya getiremeyecek. Sonra da belki birimiz öleceğiz, diğerimiz hiç bilmeyecek.
Reklam
1,000 öğeden 101 ile 110 arasındakiler gösteriliyor.