336 syf.
·
Puan vermedi
·
16 günde okudu
CUMHURİYET'İN BİR BAŞKA TARİHİ
Hukukçu-gazeteci Taha Akyol bir süredir yakın tarihe ilişkin farklı olgu ve süreçleri incelediği kitaplar yayınlıyor. İnceleme konusu kitap da cumhuriyetin 100. yılında yayınlanan ve temel olarak cumhuriyetin ilanına giden süreci daha çok kronolojik dizge, meclis zabıtları, gazete başlıkları ve köşe yazıları üzerinden inceleyen bir metin olarak görülebilir. Cumhuriyet rejimi ve onun temel kurucu figürü olan Atatürk, halen aktüel-politik tartışma ve ideolojik kamplaşmanın unsurlarından birisi olması nedeniyle objektif bir değerlendirme zemininin oldukça uzağındadır. Yazar bilinen temkinli uslubu nedeniyle her ne kadar agresif bir dil yerine akademik soğukkanlı bir anlatıyı temel alsa da tarihsel kavgada yerinin sık sık atıf yaptığı İstanbul basını ve bilahare İstiklal mahkemeleri sürecine muhatap olacak Orbay, Karabekir, Adıvar gibi liberal-muhafazakar figürlerin yanı olduğu açıktır. Kitabın temel tezi, yaygın Kemalist anlatının aksine 1923 Türkiyesinde Cumhuriyet ilanının bir tartışma konusu olmadığı ve cumhuriyete karşı kimsenin olmadığıdır. Bunun yerine muhalif kabul edilen zevat Atatürk'ün kafasındaki otoriter inkılapçı cumhuriyet yerine, kuvvetler ayrılığını esas alan ve bir tür 'itc tahakkümü'nün doğurmayan liberal bir rejim istemektedir. Kitaba ilişkin doyurucu bir sohbet için bkz youtube.com/watch?v=r5didPJ...
Neden 29 Ekim?
Neden 29 Ekim?Taha Akyol · Doğan Kitap Yayınları · 202312 okunma
Devrim ve karşı devrim
27 Mayıs darbesini hâlâ “devrim” diye alkışlayanlar var. Tarihe bakışta “devrim – karşı devrim” gözlüğünü takanlar, bu iki kavramada sığmayan olgulara objektif ve analitik bakamıyorlar. “Karşı devrim”in 1939’da başladığını yazanlar bile çıktı! “Parti devleti” daha fazla devam edebilir miydi? ‘Devrim’ diye kutsama veya karalama… Yüz on yıllık bu
Reklam
Elmalılı Hamdi Hoca, Taha Akyol'un da vurguladığı gibi Hâkimiyet-i Milliye'nin hilafete üstün olduğunu belirtmiştir. Yeni düzeni kabul edenler arasında bu gibi medreseliler de vardı.
Sayfa 156Kitabı okudu
DİPLOMALI İŞSİZLER
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Merkel’le konuşmasını anlatmıştı: “Almanya ziyaretimde Merkel’e ‘Sizde üniversite öğrencisi ne kadar?’ diye sordum, 3 milyon dedi. O sizde kaç dedi, ben de ‘Bizde 8 milyon’ dedim. Tabii orada bir şaşkınlık geçirdi.” (2 Haziran 2019) Eminim Merkel bu kadar diplomalıya nasıl iş bulacaksınız diye şaşırmıştır. Zira nüfuslarımız kabaca aynı ama Almanya’da üniversite öğrencilerinin sayısı 3 milyon, kalanlar endüstriye işgücü olarak eğitim alıyor, çok da iyi para kazanıyorlar. BU KADAR ÇOK FAKÜLTE! Şu gerçeği görmeliyiz: Diplomalı işsizler sorunu, bugünkü enflasyonun yarattığı bir sorundan ibaret değildir. Eğitim sisteminin yarattığı çok daha köklü ve çözümü hem zor hem ancak uzun vadelerle mümkün olabilecek bir sorundur. Ve, ‘uzun vadeler’ deyinde siyasetin gündeminde gereken ağırlığa sahip olamıyor. Çünkü siyasete kısa vadede oy lazım! YÖK’ün son verilerine göre, Türkiye’de 208 üniversitede her sene 1 milyon 800 bir öğrenci kayıt yaptırıyor. 900 bin öğrenci mezun oluyor. Eğitim Fakültelerinde okuyan yaklaşık 200 bin öğrenci, öğretmen olarak atanmazsa ne yapabilir? Öğretim kadrosunda tek profesör bulunmayan bir Hukuk Fakültesi mezunu ne ölçüde ‘hukukçu’dur ve ne iş yapabilir? Niye bu kadar çok, dolayısıyla kaliteleri arasında uçurumlar olan hukuk fakültelerimiz var? Şimdi “yeni müfredat” tartışılıyor, aslında hazır da “usulen” tartışılıyor. Sormak isterim, müfredat hazırlanırken, Milli Eğitim, endüstri çevrelerinin görüşlerini aldı mı? Çünkü iş dünyasının eğitim konusunda yayınladığı ciddi raporlar var? Kimin umurundaki!!! TAHA AKYOL KARAR 20/05/2024
Taha Akyol
İktidarların ezeli huyudur, kuvvetli denetimlere tâbi değillerse şatafata, güç gösterisi mekan ve araç lüksüne, taraftarları memnun edecek kadrolar açmaya, maaşlar tahsis etmeye tarihin her devrinde fevkalade yatkındırlar. Merhum Hocamız Sabri Ülgener’in “İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası” adlı emsalsiz eserinde tarihçi Naima’dan naklettiği “üst tabaka için debdebe ve ihtişam… alt tabaka için kanaat ve itaat” ifadesiyle özetler. (s. 107)
Türkeş, CKMP Genel Başkanı: Arkadaşlarıyla birlikte CKMP'ye giren Türkeş de hızlı bir şekilde çalışmalara başlamıştı. Parti müfettişi olmuştu ve bu sıfatla teşkilatları geziyor, denetliyordu. Bir yandan da Türkçülerin partiye kaydolmalarını sağlamaya çalışıyordu. Birçok ilde yeni gençlik kolları kurulmuş ve bu kolların yönetim kurullarına
Reklam
Taha Akyol
Kral değil kural… Kuvvetler ayrılığına, denetim ve denge esaslarına dayalı modern hukuk devleti.
Taha Akyol
Tarih de şahittir ki uzun süreli iktidarlar koltuğa yapışıyorlar. Devletin uçsuz bucaksız yetkilerine alışıyorlar. Kemalizm’in önde gelen yazarlarından Yakup Kadri Karaosmanoğlu “Panorama” adlı mutlaka okunması gereken romanında, Milli Mücadele heyecanıyla yola çıkmış olanların “Devlet Partisi”nin uzun iktidar yıllarında nasıl bozulduğunu anlatır. Bütün siyasi hayat, “Şef’in gözüne girmek”ten ibarettir, çünkü insanlara mevki makam veren, onları milletvekili yapan odur. “O kadar ileri inkılapçılıkla tanınmış bu eski vali”yi, “lök gibi yerinde oturan belediye başkanını”, arsa spekülatörlerini, kodamanların şatafatını anlatır. Okurken, Namık Kemal’in feryadını hatırlamıştım: “Geldik vatan kavgasına / Düştük rütbe yağmasına!” Bugün Panorama’yı okuyanlar, “mücahitler müteahhit oldu” sözünü hatırlamadan edemezler. “Sırtını devlete dayayan siyaset”in yandaşlarına nimet dağıtması ve kitlelerin buna tepkisi…
Sabahattin Ali şöyle anlatıyor: "Köylü verdiğine mukabil ne alır? Yolunu kendi yapmaya mecburdur, sokakları zavallı talihinden daha karanlıktır ve mektep, yüz köyün birinde bile yoktur. Candarma oralara asayişten ziyade vergi tahsilini temin için gider. Kendimizi aldatmayalım, köylü mütemadiyen vermiş, buna mukabil hiçbir şey almamıştır... İhtimal, vicdanınızın sadasını duymamak için 'Köylü efendimizdir' gibi cümleler güzel morfindir. Fakat hiçbir cümle hakikati değiştirmek iktidarında değildir!" Bu başarısızlık yüzünden, Türkiye, "Avrupa ve Ortadoğu 'da köylülüğün kalesi olan bir ülkedir ve azalmasına rağmen 1980'lerin ortalarında bile köylülük nüfusun hâlâ mutlak çoğunluğunu oluşturuyordu."
Taha Akyol
“Kibir hastalığı” sözünün siyaset bilimindeki karşılığı “güç zehirlenmesi”dir. Bu konuda David Owen’in “Hubris Syndrome” adlı kitabı vardır. Bush ve Blair’deki güç zehirlenmesinin onları Irak savaşına sürüklediğini anlatır. Halbuki güçleri, hayallerindeki sonucu almaya yeterli değildi.
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.