Bizim "bey takımı" devlet mekanizması ile bütünleşmiş, bunun sonucu olarak halktan kopmuş; gerçekleri dürbünün ters yanı ile görür hale gelmiştir. Ama devleti elinde tuttuğu için, her şeyi zorla yaptırabileceğini sanan, tepeden inmeci "ceberrut" bir "sınıf" haline gelmiştir.
Marks'ın felsefesi, yabancılaşmadan kurtularak, insanın evrensel varlığını, evrenselce bulması, özgürlüğüne kavuşması için tarih boyunca verdiği ve vereceği savaşımın sistemleştirilmiş öyküsüdür.
Doğanın hareketi "yadsımanın yadsıması" biçiminde mi oluşuyor? Sorun budur ve bunun yanıtını ancak pozitif bilimler verir. Kuşkusuz Hegel'in idealist sistemi içinde buna bir engel yoktur. Çünkü burada hareket "düşün"ün hareketidir. "Düşün" kendisini yadsıyarak "olgu"ya dönüşüyor; "olgu" kendisini yadsıyarak yeniden "düşün"e dönüşüyor.. Düşün dünyasında bu gibi oyunlara engel yoktur. Sözkonusu olan hareket "düşün"ün, kavramların hareketidir. Yani gerçek değildir. Bu sınırlar içerisinde Hegel'in felsefesi tutarlıdır.
Osmanlı düzeninde başlıca üretim aracı olan toprak, Beytülamel'e yani hazineye aitti. Beylik sözcüğü hala kullanılıyor. Devlete ait demek, bilindiği gibi. Ayrıca loncalar ve çarşı da devletin sıkı denetimi altındaydı. Osmanlı'da egemen sınıf, bey takımı idi; başkası yoktu. Osmanlı, toplumu iki sınıfa ayırmıştır: Havas-Avam. "Havas", kendisini halktan ayrı ve üstün gören seçkinler sınıfı, "Avam", aşağı görülen halk. Beylerin gözünde ayak takımı, yani emekçiler.