Herkesi yerliyerinde buluyorum. Melengiçin gölgesi küçülmüş, yedilerden ikisi sokağın köşesine çekilmiş, galiba sigara da içiyorlar, Dilber'in annesi tanımadığım bir kadınla laflıyor, kıştan çıkana kadar geçen yıl ördüğüm yün çorapların iki çiftini de deldi adam diye şikâyet ediyordu kadın, dört-beş veli daha var, biri tabakta börek uzatıyor, bakkal her zaman aldığım krakerlerden ve içeceklerden koyduğu poşeti gönderiyor çırakla ve pencerede Müdür silueti, kamburu çıkmış sanki. Ben bu etrafımdaki oluşumu biraz yadırgamalıyım değil mi? Ama hiç de öyle bir havam yok. Doğa gibiyim. Herhangi bir ağaç, ot. Kırk yıldır işim bu. Direnişçilik. Bu hangi gen acaba? Paydos zili çalıyor. Ziyaretçilerimiz, eşlikçilerimiz çoğalıyor. Kadriye Öğretmen ve daha birkaç öğretmen ve çocuklar etrafımı alıyorlar. Sokağın başında Ceren Teyze, Fidan, Ekber ve arkadaşları görünüyor, küçükler gelenleri alkışlıyor. Yarın sabah aynı biçimde devam kararı alınıyor. Sandalyemi Nezir'e emanet ediyorum. Karakolu soruyorlar. Komiserin dürümünden soğan kokusu geliyordu diyorum. Gülüşüyoruz.