Oswald Spengler ilk defa 1917'de yayınlandığı "Batının Çöküşü" isimli çalışmasında uygarlığı şöyle tanımlamaktadır: "Uygarlık, kendisine, bitkilerinkine benzer bir bağlılıkla sarıldığı, sınırları kesin olarak çizilebilen bir toprakta gelişip çiçeklenir. Bir uygarlık, çeşitli halklar, diller, teolojiler, sanatlar, devletler, bilimler biçimini alan gizligüçlerinin tümünü ortaya döküp gerçekleştirdiğinde ölür." Yine Spengler, "Her uygarlığın, doğan, olgunluk düzeyine ulaşan, silinip yok olan ve hiç bir zaman yeniden ortaya çıkmayan kendine özgü anlarım yolları var" demiştir.
Yazılanların, yazarın tamamen subjektif görüşlerinden ibaret olduğunu bilerek okumak gerekiyor.. Yine de okurken öğrendiğim pek çok şey var.. özellikle 1850-2000 arasındaki 150 yılın Türk ressamları için hazırlanmış olan çizelgeye verilen emeğe saygı duymamak elde değil.
Silahı neden kendisine çevirdiğini ise bilmiyoruz. Belki ölüm ona, varoluşunun veremediği mutlak bir şifa olarak göründü. Bu denli sevdiği yaşamı terk etmedi, yaşamın öteki yarısına giden yolculuğa çıktı. İsteyen buna delilik de diyebilir.
"Her ben, başlı başına bir varlıktır: Başka bir yerde bulamazsınız onu ve çelişkilerle doludur. Kendisini çevreleyen ilişkilerinde, insan en yüce tepelere de çıkabilir, en baş döndürücü düşüşlere de uğrayabilir."
üç müzenin (louvre, orsay, centre pompidou) salt resimlerle ilgili kısımlarına yoğunlaştığınızda ciltlerce kitap okumaktan daha çok şey görüp, öğrenebileceğiniz konusuna dikkat çekmek içindir. çok gezmek değil, sanat için bilinçli gezmek önemlidir.