Bir şafakla
Savruluyorum kaybolan bir ses gibi o yana
Ne altın başaklar harmanı bu
Babamın biçtigi
Güneşin sıcaklığından rengini alan buğday Yıkıntılar leşler ve mezarlar
Ve gece hışırtıları içinden
Bin yıllık kar altından
Ölüler kentinden
Sıyrılarak
Geceyi ışıklarla delerek
Gelenler var biliyorum
Işıklar karardı.
Odamda zifiri,
Cana okuyan bir karanlık.
Kafamda akrep ve yelkovanın,
Can yakan fısıltıları koşturuyor.
Biri gitti bu şehirden.
Ardından sokak lambaları söndü.
Sizi hiç durmadan kendi dağıma mı çağırayım, yoksa her şeyden önce size dağımı mı tanıtayım? Çağırma gücümü tartıyorum. Çağırma yetkimi yokluyorum. Her gece o meşhur belgeyi ışığa tutuyorum, bir hurma dalına dönüşen ay ışığına. Dağın ucuna çıkıp bağırmak istiyorum. Ah, dağın yirmi dört saati! Çağırma gücünü bulamadığım yalnızlık beyni. Beni de
Şimdi, gece yarısı, ağustosböceklerinin cırıltıları altında, paramparça olmuş hayatların, paramparça ettiğimiz hayatların yarattığı paramparça bir zihinle yazmaya çalışıyorum.
Bende ne var?" dediğini duydum Korel'in. Sesi sanki kulağımdaki fısıltılara hançeri geçirirken, kaçmak için bir delik aradı ve nefesimi kesen o daraltıdan beni çıkardı. Tekrar yutkunmaya çalıştığımda daha rahat nefes alıyordum ve yumrunun varlığı uzaklaşmış gibiydi. Birkaç dakika süren bu durum, Korel'in sesiyle son bulmuştu ve kimse farkına bile varmamıştı. Onun farkına varıp varmadığını bilmiyordum fakat gözlerinde sorgulayan bir ifade vardı.
"Bir şeyler var," dedim, kısık ve titrek bir sesle. "Dün gece, mucize ya da tesadüf eseri orada olmadığına adımın Minel olduğu kadar eminim. Başka bir şeyler var, daha gizli."
"Tesadüftü," dedi hızlıca. Aramızdaki boy farkı o kadar fazlaydı ki boynumun acıdığını hissediyordum. Başparmağı ve işaretparmağıyla burnunun kemerini sıktı. "Ve ben seni inandırmaya çalışmayacağım."
Başımı iki yana salladım. "İnanmayacağım ve peşini bırakmayacağım. Çünkü bu imkânsız. Başka bir şeyler var, buna eminim."