— Ben, dedi, bir şeye özlem duydum mu, ne yaparım bilir misin? Bir daha hatırlamayacak kadar bıkıp da kurtulmak için yerim, yerim... Ya da tiksintiyle hatırlamak için. Bak bir zamanlar çocukken, kirazlara karşı anlatılmaz bir tutkum vardı. Param olmadığı için azar azar alıyor, yiyor, yine istiyordum. Gece gündüz kiraz düşünürdüm, salyalarım akardı; işkenceydi bu! Günün birinde, kızdım mı, utandım mı, bilmiyorum; baktım ki kirazlar bana istediklerini yaptırıyorlar ve beni rezil ediyorlar, ne plân kurdum bilir misin? Geceleyin yavaşça kalktım, babamın ceplerini yokladım, gümüş bir mecidiye bulup çaldım. Sabah sabah da kalktım, bir bahçeye gidip bir sepet dolusu kiraz satın aldım. Bir çukurun içine oturup başladım "yemeğe. Yedim, yedim, şiştim, midem bulandı, kustum. Kustum patron. O zamandan beri de kirazlardan kurtuldum; bir daha gözüme görünmelerini bile istemedim. Özgür oldum. Artık kirazlara bakıp şöyle diyordum: Size ihtiyacım yok! Şarap için de aynı şeyi yaptım, sigara için de. Hâlâ içiyorum ama, istediğim anda «harp» diye bıçakla keser gibi kesiyorum. Tutku bana egemen olamamıştır. Yurdum için de aynı şey. Hasret çektim, bıktım, kustum, kurtuldum. Ben gülerek sordum:
— Ya kadınlar?
— Onların da sırası gelecek kahrolasıcalar, gelecek! Ama yetmiş yaşımı bulduğum zaman.
Biraz düşününce az bularak,
— Seksen yaşında, diye düzeltti. Sen beni dinle, insan böyle kurtulur, böyle kurtulur.. Zevk düşkünü ve keşiş olarak değil. Kendin yarı şeytan olmazsan, şeytandan nasıl kurtulursun be?