Çok geniş zannettiğimiz dünyalarımız, aslında bir kabir kadar dardı. Elimizde sadece şu hazır zaman vardı. Geçmiş geçmiş, gelecek de henüz gelmemişti. Bizim için gelip gelmeyeceği belirsizdi. Ne var ki, hayal ve vehim aynalarıyla, o kabir kadar dar dünyamızı genişletir, hakikati hayale karıştırır, madum bir dünyayı mevcud, ölümlü hayatları ölümsüz zannederdik. Hakikatça dar olan dünyamız gaflet, vehim ve hayal ile çok genişlerdi. O yüzden ölümü, elemi, kabrı ve kıyameti, mahşeri, âhireti, cenneti ve cehennemi hemen yanıbaşımızda hissetmezdik. Muvakkaten ibtal-i his nev'inden, aklımızı uyutur, duygularımızı uyuştururduk.
Fakat, o dar dünyada bir musibetin tahrikiyle kımıldansak; bir kazaya, bir hastalığa, bir zelzeleye maruz kalsak, başımızı çok uzak zannettiğimiz duvarlara çarpardık. Baştaki hayal o zaman uçar, uykular da kaçardı. O vakit görürdük; o geniş zannettiğimiz dünya, o ebedî ve daimî zannettiğimiz gençlik; kabirden daha dar, köprüden daha müsaadesizdir. Zaman ve ömür, şimşekten daha çabuk geçer; hayat, çaydan daha sür'atli akar.