“Sadece kendimi var etmek istedim her şeyimle. Hepsi bu. Kimsenin bana saldırmasına gerek yok aslında. Kendi olma mücadelesi yeterince büyük bir ceza.”
Söylesene, neden kırlarda değilim, neden neşeyle koşmuyorum, üzerimde tül gibi incecik bir elbise. Yabani çiçekler, usul usul akan bir dere, baharın, tazenin kokusu, aşk… Hepsi de bana çok fazla uzak.
Kendi ülkemde bir acının yabancısıyım. Bu öyle insanın kendini karşısındakinin yerine koyup da anlayacağı, içinde hissedeceği cinsten bir şey değil. Elin İsviçrelisi onca deneyimiyle o an buralara benden çok daha ait.
Kendi korkumu hatırladıkça yüzüm kızarıyor utançtan. Oysa ölümüne gerçekti benimki de. Yine de burada, tüm korkuların korkulduğu ve artık korkulacak hiçbir şeyin kalmadığı bu yerde, insanları taşlaşmış, taşları tozlaşmış bu yerde benim yaşadıklarım nasıl da önemsiz ve şımarıkça kalıyor.
Kesif bir koku var ortalıkta, ölümün kokusu.
……
Thomas yanıma geldiğinde kahredici bir kanıksamışlıkla “Tak maskeni” diye sesleniyor. Gözlerimin sorduğu soruyu yanıtlıyor. “Her yerde böyle kokar.”