İnsanlar, artık manevî doruklara tırmanıyorlar -veya en azından, pek nadiren tırmanıyorlar-. Artık insanlar, bütün dağ doruklarını ele geçirmek istiyorlar. Mümkün olan en zor yollardan tırmanarak, onu aşarak, dağın bütün haşmetini sıfıra indirmek istiyorlar. Hristiyanlıkta, İlâhî Komedya’daki manevî tecrübeyle; İslam’da Hazret-i Muhammedin(s.a.v.) miracıyla sembolize edilen “göğe yükselme”, artık insanlar için imkansız hale gelince, geriye, uzayda uçarak gökleri ele geçirme dürtüsü kalmaktadır.
S. Hüseyin Nasr, Kuzey Afrikalı bir veliden şöyle bir cümle naklediyor:
"Edep nedir bilir misin? Edep, kılıcını son haddine kadar keskinleştirmendir, öyle ki, kesmek zorunda kaldığın kol ıstırap duymasın."
Seyyid Hüseyin Nasr, 68’de Londra’da gerçekleştirdiği konferanslar dizisinde insan ve çevresini (surroundings) modern döneme göre tahlil etmiş. İnsanın etrafını saran mekânsal kapsamın tarihsel yaklaşıma nazaran nasıl farklı algılandığını bilgi felsefesi çatısında yeniden
S. Hüseyin Nasr, Kuzey Afrikalı bir veliden şöyle bir cümle naklediyor:
"Edep nedir bilir misin? Edep, kılıcını son haddine kadar keskinleştirmendir, öyle ki, kesmek zorunda kaldığın kol ıstırap duymasın."
İnsanın dünyaya günahkâr olarak geldiğine inanan Nasranî keşişler, dünyevî âlemin günahlar yurdu olduğunu kabulden hareketle tabiatın bütün anlamını maddî ve karanlık bir kült üzerine bindirmişler ve bu anlayışın beslediği rasyonalist felsefeler ise tabiatı evire çevire kullanma zulmüne vesile edilmiştir; S.Hüseyin Nasr'ın o nefis tesbitiyle: "Çağdaş insan, tabiatı, kendisinden yararlandığı, ama kendisine karşı ayrıca sorumlu da olduğu bir eş gibi değil bir fahişe gibi görmektedir.'