Bütün zenginliği bize gösteren romandaki dildir. Bir romancı her romanını aynı biçimde, aynı dille yazıyorsa o roman roman olmaz, solar gider, kalıcı olamaz. Bir roman kalıcı bir roman olacaksa dilini kendi yaratacaktır. Zülfü bu romanında romana göre bir dil yaratmıştır, bundan dolayı da kalıcı olacaktır.
Bu romanda insanların hepsi de canlı ve yaşıyorlar. Bir de tilkiler var. Bir de orman var, ormanın çamları, tilkilerin vatanı, bir de martılar. Hiç bilmediğimiz martılar... İnsanlardan bile daha güçlü anlatılmış. Zülfüce yaratılmış martılar, başka bir romanda, başka bir yerde olamazdı. Bakkalın bir sakat çocuğu var. Sakat mı değil mi romanın sonuna kadar bilmiyoruz. Bu çocuk bu romanda olmasaydı, roman bu kadar büyük olamazdı. Bir de bu romanın trajik yanı var, başka bir romanda olsaydı romanı da alır götürür şuraya atardı. Zülfü bu romanda inanılmaz ölçüler, olanaklar yaratmış. Her şey birbirine uyuyor. Edebiyatta görkemli bir söz vardır, büyük kapıdan girmek. Bu, büyük bir eserin yazarı demek.
Zülfü büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir.
Vaktiyle, çok eski bir zamanda, bu obanın olduğu yerde bir Yürük çadırı varmış. Kadını ile tek başına oturan Yürüğün çocuğu olmaz, o da üzülüp tasalanırmış. Bir gün ak sakallı, yorgun, perişan bir yolcu gelerek bir gece kendisini konuk etmelerini dilemiş. Etmişler. Bir kase sütleri varmış, ona içirmişler; bir dilim ekmekleri varmış, ona