Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
" 3. Ordu Sarıkamış'tan döndü. Sarıkamış'ı alamamıştı. Ama 3.Ordu bir destan yazmıştı Sarıkamış yollarında. Evet...Bir destan yazmıştı. Ama bu destan kanla yazılmıştı, 80 bin canla yazılmıştı..."
144 syf.
9/10 puan verdi
·
12 saatte okudu
Sarıkamış Faciası
Sarıkamış faciasını bir destan gibi görmek tarihten ders almadığımızı söylemektir. Kişisel hırslar, iş bilmez komutanlar 90 bin vatan evladı tek kurşun atamadan donma ve hastalık arasında bıraktı. Su gibi insan harcandı. Sarıkamış faciası Cemalettin Taşkıran'ın romanında hayata dönüyor. Tarihi öğrenmenin en iyi yolu tarihi roman okumaktır. Cemalettin Taşkıran Sarıkamış faciasını akıcı bir dille anlatıyor. Okuyucuyu Allahüekber dağlarına, insan boyu kar içinde yapılan bitmek bilmeyen yürüyüşlere,donmamak için birbirine sarılan sokulan Mehmetçiğin yanına götürüyor. Akıcı dili ve başarılı tasvirleriyle bu romanı herkese tavsiye ederim.
Ölüme Yürüyüş
Ölüme YürüyüşCemalettin Taşkıran · Yeditepe Yayınevi · 201527 okunma
Reklam
Subaylardan biri koşarak Hafız Paşa'ya geldi. Heyecanlıydı: - Paşam, Erzurum önlerindeyiz... Orduyu getirdik paşam... Orduyu kurtardık... Başardık paşam, başardık... Erzurum'a ulaşmıştık. İçimizde hem üzüntü hem sevinç vardı. Başaramadığımıza üzülüyorduk. Ama kurtuluşumuza da seviniyorduk... Paşa halsizlikten güçlükle konuşarak cevap verdi: - Tamam, tamam... Ordu mu kaldı? Neyi başardık? 118 bin kişilik 3. Ordu'yu 42 bine düşürdük... 80 bin evladımız nerde? Biz geldik... Evet... Ama onlar kar altında... Kar hem kefenleri oldu hem de mezarları... Bize yakışan da onlarla olmaktır... Öksürmeye başladı Paşa, titriyordu. - Hepimiz hatalıydık... Kış'ı hafife aldık... Harbi oyun sandık... Hırs, şan-şöhret aklımızın önüne geçti... Askerliğin gereğini yapmadık. Herkes birbirine yalan söyledi... Olan Osmanlara, Mehmetlere oldu... 80 bin çocuğumuz dağlarda... Onlara bir komutan lazım... Hafiz Paşa heyecanlanmıştı. Sesi de titriyordu artık. Sedyede doğruldu... - Geliyorum çocuklar, dedi, geliyorum...
Sayfa 129Kitabı okudu
440 syf.
·
Puan vermedi
·
13 günde okudu
Öncelikle kitabın ilk kısmında Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşında yer aldığı cepheler özet şeklinde gayet güzel anlatılmış. Aslında kitabın başlığını ilk gördüğümde esirlerin bireysel olarak hayatlarından anekdotlarla karşılaşacağımı, ailelerine yazdıkları mektuplardan sık sık örnekler göreceğimi sanmıştım. Ancak akademik bir eser olduğu için doğal olarak durum pek beklediğim gibi olmadı. Yok denilecek kadar az sayıda esir mektubu örneği vardı. Belki de özel mektupların yayınlanmasında bir sıkıntı olabileceği için bu şekilde olmuştur bilemiyorum. Bunun dışında İngiltere, Rusya, Fransa, Romanya ve İtalya gibi devletler tarafından kurulan Osmanlı esir kamplarının herbiri hakkında tek tek bilgilendirme yapılmış. Kapmların kuruluş tarihi, konumu, kaç esirin bulunduğu, yaşam standartları vesaire hakkında detaylı bilgi verilmiş ama her esir kampı için bu bilgiler tekrar tekrar geçince biraz sıkıcı olabiliyor. Kitapta en çok hoşuma giden ve beni şaşırtan kısım ise Rusya’daki Türk esirleri kurtararak İstanbul’a getirmeye çalışan Japon Heymeymoro gemisi oldu. Ancak maalesef gemideki Türk esirlerin Türk-Yunan savaşı nedeniyle başına gelmeyen kalmamış…
Ana Ben Ölmedim
Ana Ben ÖlmedimCemalettin Taşkıran · İş Bankası Kültür Yayınları · 201540 okunma
Bir ara açtığım ama kullanmadığım blog sayfamdan
Çoğunu okumadım sağdan soldan derledim: Aşkın Şehidi - Ahmet TURGUT (Bozkırın Sırrı Türk Peygamber romanını öneririm) Aşkın Elçisi - Ahmet TURGUT Aşkın Secdesi - Ahmet TURGUT
Kaybedince hemen üzülme çünkü kaybetmekte başarmanın yarısıdır...
Reklam
Savaş devam ederken Sırpların zalim lideri Mladziç bir akşam Aliya İzzetbegoviç'i telefonla arayıp: "Niye kendinizi zorluyorsunuz, savaşı biz kazanacağız, gelin inattan vazgeçin" demiş. İzzetbegoviç de bilgeliği ile şu cevabı vermiş: "Şu anda gökyüzüne kafanı çevir ve bak ne görüyorsun Mladziç? Ayla yıldız değil mi?" "Evet" "O ayla yıldızın yerinde ne zaman haç görebilirsen, ancak o zaman buralar sizin olur." İnşallah Bosna semalarından, Balkan semalarından Ay-Yıldız dünya var oldukça hiç eksik olmaz. Biz buna inanıyoruz.
Sayfa 182Kitabı okudu
Neretva Nehrinin üzerinde yükselen Mostar Köprüsü, Osmanlı medeniyetinin Balkanlardaki sembolüydü. Tarihi köprü, nehrin boynunda bir gerdanlık gibi duruyordu, duruyor... Bu sebepledir ki, Hırvat topçusunun 9 Kasım 1993 sabahı Neretva üzerinde bir beyaz gökkuşağı gibi asılı duran Mostar köprüsüne atış yaparak yıkmaya çalıştığı bir köprüden daha fazlasıdır Mostar köprüsü... Türk'ün oradaki ayak izi, Türk'ün oradaki mührüdür. Bu yüzden Türk'e düşman olanlarda, hınç var, öfke var, hasetlik var...
Sayfa 138Kitabı okudu
Arnavutluk halkı ahlâk yapısı ve yaşayış yönüyle birbirlerine bağlıdırlar. İkinci Dünya Harbine kadar Arnavut halkının çoğunluğu Müslümandı. Komünist yönetim dini inanç ve yaşayışları yasaklandı. Böylece bu dönemde halk dinlerinden koparıldı. Yeni nesiller dinsiz ve ateist olarak yetiştirildi. Bütün ibadethaneler kapatıldı. 2000 cami, mescit ve 100'e yakın kilise yakılıp yıkıldı. Sadece Tiran'da Gazi Etem Bey Camii ile Jirakostra'daki cami yıkılmadı. Bunlar da propaganda amacıyla müze olarak kullanıldılar.
Sultan I. Murad Türbesi
Anlatılanlara göre Türbe, Sultan II. Abdülhamid döneminde de bakımı ve koruması için Buhara'dan Avrupa'ya göç etmiş 'Türbedar' ailesine emanet edilmiş. Türbedarlık babadan oğula geçen bir meslek olduğu için aile yaklaşık 400 yıl boyunca Sultanın mezarını korumuş, kollamıştır. Osmanlı padişahlarının büyük önem verdiği I. Murad Türbesi, 1912 yılında Balkan savaşlarının kaybedilmesiyle harabeye dönmüş. Türbenin büyük bölümünü yıkan ve buradaki eserleri yağmalayan Sırplar, türbenin ziyaret edilmesine de izin vermemiş.
87 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.