Babam Sabahattin Ali 1948 yılının karlı bir Şubat sabahı benim ve annemin bir kaç poz fotoğrafını çektikten sonra Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıktı, ve bir daha geri dönmedi. Ölüm haberini neredeyse bir yıl sonra 1949 yılı Ocak ayında gazetecilerden aldık. Başta herşey usulüne göre halledilmişti. Sabahattin Ali’yi “milli hisleri galeyana
Ehl-i hidayet, âhirete ait ve ileriye müteallik semerat-ı uhreviyeye ve kemalâta, kalb ve aklın yüksek düsturlarıyla müteveccih oldukları için, esaslı bir istikamet ve tam bir ihlas ve gayet fedakârane bir ittihad ve ittifak olabilirken; enaniyetten tecerrüd edemedikleri için, ifrat ve tefrit yüzünden, ulvî bir menba-ı kuvvet olan ittifakı kaybedip, ihlas da kırılır ve vazife-i uhreviye de zedelenir. Kolayca rıza-yı İlahî de elde edilmez. Bu mühim marazın merhemi ve ilâcı: "El-hubbu fillah" sırrıyla, tarîk-ı hakta gidenlere refakatla iftihar etmek ve arkalarından gitmek ve imamlık şerefini onlara bırakmak ve o Hak yolunda kim olursa olsun kendinden daha iyi olduğunun ihtimaliyle enaniyetinden vazgeçip ihlası kazanmak ve ihlas ile bir dirhem amel, ihlassız batmanlar ile amellere racih olduğunu bilmekle ve tâbiiyeti dahi sebeb-i mes'uliyet ve hatarlı olan metbuiyete tercih etmekle o marazdan kurtulur ve ihlası kazanır, vazife-i uhreviyesini hakkıyla yapabilir.
Reklam
...Anladık, ama vazife, büyük olanı hissetmek, güzel olanı candan sevmektir; yoksa toplumun sırtımıza yüklediği bayağılıkları ile birlikte bütün göreneklerini kabullenmek değildir.
Kuvvetli olan kuvvetini hak şekline,itaati de vazife şekline sokmadıkça,hiçbir zaman,daima hâkim kalacak kadar kuvvetli değildir.
Sen benim tutsağım olsaydın mesela, sevdiğin ve sevmediğin ne varsa öğrenmeyi kendime vazife edinirdim... ve bir de korkularını elbette.
Sayfa 426 - PdfKitabı okudu
Hakikî bir dost sahibi olmak kadar hakikî bir dost olmak da zordur. Dostluk büyük tahammül ve büyük fedakârlık ister. Dostumuzun da bizim gibi sayısız kusurları, her insandan başka bir teamül veren budalalıkları, soğuklukları ve acılıkları, keder ve fırtına anları vardır. Bu kusurları bilmeye, değiştiremezsek olduğu gibi kabul etmeye mecburuz; bu keder ve fırtına anlarında, kendi derdimiz yetişmiyormuş gibi, dostumuzun yanı başında bulunmaya, yükünün büyük kısmını üstümüze almaya mecburuz; bütün bunları angarya gibi soğuk bir vazife hissiyle değil, sevgiyle yapmaya mecburuz; dostumuzu hicap içinde ve minnet altında bırakmadan, kendiliğinden oluveren tabîî ve zahmetsiz bir iş gibi yapmaya mecburuz; icabederse kendi menfaatlerimizi derhal feda etmeye mecburuz.
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.