Zira baraj, ustaların nişancılığını biler. Baraja karşı kullanılan serbest atış, vuruş ustalığı için bir meydan okuma, bir nişancılık eğitimidir. Duvarla perdelenmiş kale, kabak gibi açık bir kaleden daha şehvet uyandırıcıdır, daha iyi konsantrasyon sağlar. Barajın berisindeki o cazip nokta, altın ışık gibi parlar frikik ustasının gözüne. Her halükârda, çaresiz bir dekora dönüşen baraj, golü daha güzel gösterir.
Bazen de baraj sekiz gözlü taş köprü olur; top bacak aralarından, zıplayanların altından akar gider. O gol pek o kadar güzel görünmez, birçok futbol dilencisince ‘pis gol’ kategorisine sokulur. İntizam ve konsantrasyonu bozmak, surda bir gedik açmak amacıyla araya karışan rakiplerle itiş kakış, topun oyunda olmadığı anlara özgü bir düşük yoğunluklu dövüş sporudur. Hiçbir takım, kurduğu barajın, harcına deniz kumu karılmış inşaata dönüşmesini istemez, tepki gösterir. Kuyruğa kaynak yapanlarla bu münasebetsizlere tepki gösterenleri andıran itişme, futbolun ragbiyle ortak köklerini hatırlatan anlardandır. Baraj mühendisliği, kadastroyla başlar.
Barajda örtünme sorununu unutmayalım. Ellerin incir yaprağı işlevi gördüğü o sahne, futbol pitoreskinin alâmetlerindendir. Dirseğiyle yüzüne siper edenler de oluyor. O zaman ister istemez, Erkan Goloğlu’ndan dinlediğim bir Karadeniz fıkrasını hatırlıyorum. Dereye girmesini fırsat bilen arkadaşlarının bütün giysilerini alıp kaçtığı delikanlı, edep yerlerini örterek evine doğru seğirtiyordur. Bir teyze seslenir: ‘Onlar herkeste var oğlum, yuzuni ort yuzuni!’