O arada kendime bir soru sormama izin verin: Hangisi daha iyi? Arzuya teslim olmak, tutkuyu dinlemek, acı veren hiçbir çaba göstermemek hiç mücadele etmemek ipekten tuzağın içine gömülüvermek, onu örten çiçeklerin üzerinde uyuyakalıvermek mi; güney ikliminde uyanmak, bir yazlık villanın lüksleri arasında, Fransa'da, Bay Rochester'in metresi olarak yaşamak, zamanımın yarısını onun aşkından aklımı kaybetmiş bir halde geçirmek mi? Çünkü, o, evet, bir süre için beni gerçekten sevecektir. O beni sevdi, bir daha hiç kimse beni öyle sevmeyecek. Bir daha asla güzellik, gençlik ve zarafete gösterilen o tatlı saygıyı tadamayacağım çünkü bir daha kimse bende bu özellikleri görmeyecek. O benden hoşlanıyor ve benimle gurur duyuyordu. Onun dışında hiç kimse benimle ilgili bir daha böyle bir şey hissetmeyecek. Ama ben nerelerde geziniyorum, ne söylüyorum ve hepsinden öte ne hissediyorum? Hangisi daha iyi, diye soruyorum, Marsilya'da bir aptalın cennetinde köle olarak bir saatliğine aldatıcı bir mutluluğun ateşiyle tutuşmak ve ardından pişmanlık ve utançla acı gözyaşları dökmek mi, yoksa İngiltere'nin sağlıklı kalbinde, meltemlerin estiği bir dağ kuytusunda özgür ve dürüst bir köy öğretmeni olmak mı?