Veri, gündelik yaşamımızda gördüğümüz, duyduğumuz, okuduğumuz veya karşılaştığımız olaylardan edindiğimiz duyumların bütünü; beyin bunları sınıflandırıyor ve depoluyor. Malumat, beyinde depolanmış verilerin düzenlenmiş, işlenmiş, muameleye tabi tutulmuş haline deniyor. Bilgi, malumatın belirgin bir amacı gerçekleştirmeye yarayacak şekilde düzenlenmiş, zapturapt altına alınmışlık durumu. Bilgi sahibi olmak, akıl erdirme ve çözümleme yetisi gerektiriyor, oysa malumat edinme böyle bir kısıta tabi değil, kişi hayatta olduğu sürece kendiliğinden birikiyor. Malumat sahibi olmadan, bilgi sahibi olmak mümkün değil, ama belirgin bir amacı, bir hedefi olmayan malumatın da furuşluktan öte işlevi yok. Her durumda, malumat ve bilgi, beynin önceden kaydetmiş olduğu verilere dayanıyor, onların neticeleri olarak ortaya çıkıyorlar. İrfan ise öyle değil
İrfan, bilginin ötesinde, sezgi, duyarılık, ortam farkındalığı, idrak ve "halden anlama" dediğimiz hassasiyetleri gerektiriyor. Bu bağlamda, zekâ ve tecrübenin bileşkesi, irfan. Arif, irfan sahibi olan, anlatılmayanı da anla- mak gibi fazladan bir becerisi, bir hüneri, bir yeteneği var. "Arife tarif gerek- mez", "arif olan anlar" düsturlarını düşünün yavrum