Tüketmeye çok meraklıdır insan, başta kendini sonra verilen nimetleri hatta aşkı bile tüketir. Ona aşık bir kalbi bile tüketir, ona bahşedilen bu zenginliğin farkında bile değildir. Öylesine savurur bir başka söze...
Sözleri de tüketir insan zamanla oysa ben üreten insanları hep sevdim. Onlardan aldığım enerji hiçbir canlıda bulamadım. Bir domates üretin, bir aşk üretin, bir fikir üretin...
Üretmenin sonunda gözlerinizde oluşan ışığı görmek tüm yaşamı güzelleştiriyor. Mucize sizsiniz. Arkanıza önünüze bakmayın. Ellerinize bakın. Ve iyikisiniz.
Affetmek ve unutmak.
Benim nazarımda okurken bile insanın içini daraltan iki kelime. O kadar zor ki bunları başarmak. Sürekli beyninde asla unutma! Asla affetme! diyen sesi susturmaya çalışmak. Ama öyle değil, öyle olmamalı hem affetmeli hem de unutmalı. Zaten unutmayan bir Allah'ın var. İnsan affettiği kadar özgür, unuttuğu kadar mutlu bu hayatta. Kısacık olan bu ömürde ne birileri için üzülmeye ne de birilerini üzmeye değer. Hayatımız o bana bunu dedi, şu bana bunu yaptılarla çarçur edilecek kadar değersiz ve kıymetsiz değil. “Nefret ve öfke yalnızca insanın kalbini yorar.”
Kendini sevmeyen bir insanı severseniz mutsuzluğunu ve sevgisizliğini size de bulaştırır. Siz birini seviyorum zannederken, hayatınızın mahvına gönül bağlarsınız. O yüzden bence, kendini sevmeyen insandan fersah fersah kaçmak gerekiyor.
Biri sadece Niçe, hapunșaur falan konuşuyorsa felsefeden bihaberdir.
Carnap, Lakatos, Popper, Feyerabend konuşuyorsa kafa gidiktir.
Sartre, Camus, Kierkegaard konuşuyorsa güzel goygoy çıkar.
Ama...
Osho falan diyorsa kaçın ve arkanıza bile bakmayın.