Büyük bir şok yaşandı. Kimsenin inkâr edemeyeceği, şüpheye yer bırakmayan bir aydınlanma yaşadı insanlık; Hükümdarların esrarengiz bilimi sayesinde dünyanın ileri gelen inanışlarının ortaya çıkış anlarına tanıklık etti. Çoğu asil ve erdemli amaçlar gütse de, bu yeterli değildi. Birkaç gün içinde insanlığın çok sayıda peygamberi kutsal statülerini yitirmişti. Gerçeğin soğuk ve acımasız ışığında, iki bin yıldır milyonları peşinden sürükleyen inanışlar, çiy damlacıkları gibi bir anda buhar oldular. Yol açtıkları tüm iyilik ve kötülükler kısa sürede tarihe gömüldü; artık insanların kalbine hitap edemez olmuşlardı.
Sık sık din hakkında görüşleri sorulsa da, verdiği tek yanıt, başkalarının özgürlüklerine karışmadığı müddetçe her insanın inancının kendisini bağladığıydı.
Tamamen laik bir çağdı bu. Hükümdarların gelişinden önce var olan inançlardan yalnızca -dinlerin içinde belki de en mütevazısı olan saf Budizm'in bir çeşidi geçerliliğini koruyordu. Mucizelere ve vahiylere dayalı mezhepler alaşağı olmuştu.
Dünyayı ve üzerinde yaşayan insanları değiştirmek için elli yıl yeterli bir süreydi. Gereken tek şey, sağlam bir sosyal mühendislik bilgisi ile net bir hedef belirleyebilme becerisiydi. Tabii bir de güç.
Ne kadar tuhaf olursa olsun, evrende zamanla gözünün alışmayacağı hiçbir biyolojik yaşam formu olabileceğine ihtimal vermiyordu. Hatta kim bilir, belki bir gün estetik bile bulabilirdi. Vücut değil, zihindi önemli olan.