Kader bizi bir yere çağırdığında buna karşı koyacak gücümüz kalmıyordu ve genellikle gitmeyi arzu etmediğimiz yerlere yazgımızın zoruyla gidiyorduk.
Gerçekten böyle miydi? Yoksa arzularımızın peşinden gittiğimiz halde, sonunda acılarla karşılaşınca, sırf suçu üzerimizden atmak için bizi oraya kaderin çağırdığını mı iddia ediyorduk
Yaşam, değerlendirmeyi bilirsen, uzundur. Ancak kimisini doymak bilmez bir açgözlülük esir alır, kimisini yüklü bir iş gereksiz uğraşlara zorlar. Kimisi şarapla sarhoş olur, kimisi üşengeçlikle sersemler, kimisine her daim başkalarının kararlarına bağlı olan bir hırs işkence eder, kimisini ticaret aşkı kazanç umuduyla tüm karaları ve denizleri dolaşmaya zorlar, kimilerine savaş tutkusu işkence eder, bazen başkalarını tehlikeye atar, bazen de kendileri için kaygılanırlar. Bazıları daha üstün insanlara yaptıkları gönüllü kölelik kabılinden, kıymeti bilinmeyen hizmetlerle kendilerini tüketir, birçoklarını da başkasının talihine duyduğu arzu ya da kendi halinden şikâyet esir alır. Değişmez bir hedefi olmayan, tutarlı hareket etmeyen ve bir türlü tatmin olmayan birçok kişi kararsızlığından ötürü her daim yeni planların içine gömülür, kimileri rotalarını belirlemelerini sağlayacak hiçbir ilkeyle tatmin olmaz, kader onları aylaklık edip esnerken ele geçirir, öyle ki şairlerin en büyüğünün kehanet gibi beyanında ki şu sözünün gerçeği yansıttığından hiç şüphem yok: "Yaşadığımız, yaşamın kısa bir bölümüdür."
"Romantizm denilen şey tekrarla pekişir, tekrar da romantizme duyulan iştahı sanata dönüştürür. İnsanın her aşkı ilk ve tek aşkıdır. Arzu nesnesinin değişmesi, arzunun biricikliğini değiştirmez. Yalnızca yoğunluğu artırır. Ömrümüzde en iyi ihtimalle tek bir muhteşem deneyimimiz olur; yaşamın sırrı da bu deneyimi olabildiğince çok tekrar etmektir."
Arkadaşlık kurma hevesi bir yanılgı, gizli bir yalan mıydı yoksa? Yalnızlıktan kurtulup delice bir samimiyet yaratma isteğinde güçlükle bastırılmış başka bir arzu mu yatıyordu yoksa?