ASHÂB-I KİRÂM’DAN BOYU EN UZUN OLAN ZÂT
Hazret-i Enes (r.a.) şöyle anlatmıştır: “Ensâr’dan yirmi genç dâima Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin yanında bulunur, ona hizmet ederlerdi. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), bir iş olduğu zaman o işi yapması için onlardan birini veya birkaçını gönderirdi.” Bu zâtlardan birisi de Kays bin Sa‘d bin Ubâde (r.a.) Hazretleridir. Hazret-i Enes (r.a.), onun hakkında şöyle demiştir: “Kays bin Sa‘d’ın, Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin yanındaki mertebesi, emîrin yanındaki zaptiye âmirinin mertebesi gibiydi.” Kays (r.a.), çok uzun boylu idi. Anlatıldığına göre uzun boylu bir adam, onun yanında durduğu zaman boyu ancak beli hizasına kadar gelirdi. Hz. Muâviye (r.a.), onun şalvarını Bizans hükümdarına göndermiş ve ona, “Sizde bu şalvarı giyebilecek uzunlukta bir adam var mı?” diye sormuş. Bizans hükümdarı da bunu görünce çok hayrette kalmıştı. Kays Hazretleri, cömert, methe lâyık, görüşlerinde isabetli ve dehâ sahibi bir zât idi. Kays Hazretleri, Hazret-i Muâviye’nin (r.a.) hilâfetinin son zamanlarında Medîne-i Münevvere’de vefat etmiştir.
BATLAMYUS EVREN MODELİ VE MUHAMMED
Abbas İbnu Abdilmuttalib anlatıyor: "Bathâ nâm mevkide, aralarında Resûlullah'ın da bulunduğu bir grup insanla oturuyordum. Derken bir bulut geçti. Herkes ona baktı. Resûlullah: "Bunun ismi nedir bileniniz var mı?" diye sordu. "Evet bu buluttur!" dediler. Resûlullah: "Buna müzn de denir"
Reklam
FERDİN HATASI CEMİYETE DE TESİR EDER
Bazı günahlar vardır ki zararı umûmî olur. Sebep olacağı fitne ve kargaşa, meydana getireceği sıkıntı ve musîbet, yalnız o günahı yapan, ilk başlatan ve bu sûretle kendine ve başkalarına zulmetmiş olan zâlimlere münhasır kalmaz da kurunun yanında yaşı da yakar. Bir şahsın hatâsı, koca bir orduyu perişan edebilir. Ashâb-ı Kirâm’dan Numan bin Beşîr radıyâllahü anh, minberden Müslümanlara şöyle nasihat etmişti: “Ey insanlar! İçinizdeki sefih kimselerin kötülüklerine mâni olun. Ben, Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem’den şöyle işittim: (Ey insanlar! Şimdi bir düşünün.) Denizde seyir hâlinde olan bir gemideki birtakım insanlar, geminin odalarını paylaşıyorlar ve herkese bir mekân düşüyor. Bu geminin en alt katındakilerden birisi, eline bir balta alıp geminin tabanını delmeye çalışıyor. Diğerleri, o kimseye, ‘Ne yapıyorsun?’ diye suâl ettiklerinde o, ‘Burası bana ait, burada istediğimi yaparım.’ diyor. Gemidekiler, o kimsenin ellerini tutarak ona mâni olurlarsa, hem gemidekiler kurtulur, hem de o kimse kurtulur. Fakat hiç kimse o kişiye mâni olmazsa gemi batar ve hem gemidekiler boğulur, hem de o kimse boğulur.” Bu husûsla alakalı olarak Ebu’l-Fâruk Süleyman Hilmi TUNAHAN (K.S.) (SİLİSTREVÎ) Hazretleri de “Her koyunu, kendi bacağından asarlar, sözü yanlıştır. Dinimizde neme lâzım demek yok. Bana lâzım demeli.” buyurmuşlardır. Bundan anlaşılır ki; umûmî fitne, yalnız asıl cürmü işleyen zâlimlerin cezası değil, aynı zamanda korunmayıp onun yapılmasına mahal veren gafillerin gafletlerinin de cezasıdır.
FERDİN HATASI CEMİYETE DE TESİR EDER
Bazı günahlar vardır ki zararı umûmî olur. Sebep olacağı fitne ve kargaşa, meydana getireceği sıkıntı ve musîbet, yalnız o günahı yapan, ilk başlatan ve bu sûretle kendine ve başkalarına zulmetmiş olan zâlimlere münhasır kalmaz da kurunun yanında yaşı da yakar. Bir şahsın hatâsı, koca bir orduyu perişan edebilir. Ashâb-ı Kirâm’dan Numan bin Beşîr radıyâllahü anh, minberden Müslümanlara şöyle nasihat etmişti: “Ey insanlar! İçinizdeki sefih kimselerin kötülüklerine mâni olun. Ben, Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem’den şöyle işittim: (Ey insanlar! Şimdi bir düşünün.) Denizde seyir hâlinde olan bir gemideki birtakım insanlar, geminin odalarını paylaşıyorlar ve herkese bir mekân düşüyor. Bu geminin en alt katındakilerden birisi, eline bir balta alıp geminin tabanını delmeye çalışıyor. Diğerleri, o kimseye, ‘Ne yapıyorsun?’ diye suâl ettiklerinde o, ‘Burası bana ait, burada istediğimi yaparım.’ diyor. Gemidekiler, o kimsenin ellerini tutarak ona mâni olurlarsa, hem gemidekiler kurtulur, hem de o kimse kurtulur. Fakat hiç kimse o kişiye mâni olmazsa gemi batar ve hem gemidekiler boğulur, hem de o kimse boğulur.” Bu husûsla alakalı olarak Ebu’l-Fâruk Süleyman Hilmi TUNAHAN (K.S.) (SİLİSTREVÎ) Hazretleri de “Her koyunu, kendi bacağından asarlar, sözü yanlıştır. Dinimizde neme lâzım demek yok. Bana lâzım demeli.” buyurmuşlardır. Bundan anlaşılır ki; umûmî fitne, yalnız asıl cürmü işleyen zâlimlerin cezası değil, aynı zamanda korunmayıp onun yapılmasına mahal veren gafillerin gafletlerinin de cezasıdır. İSİMLERİMİZ: Erkek: Hilmi, Kız: Hafîze 17 Nisan 2024 Fazilet Takvimi
kehf,16
Ashâb-ı Kehf’ten biri dedi ki : “Mağaraya sığının,mağaraya!” [ Kehf ,16] Demek ki şu hayatta bazen cansız,kansız ve donuk olan şeyler ; canlı,kanlı olarak görünen bazı insanlardan çok daha güvenli olabiliyor.
ASR-I SAADET İslam Tarihi, Peygamber Efendimizden (s.a.v.) itibaren; Asr-1 Saâdet devri, Hulefa-i Raşidin, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar gibi farklı dönemlere ayrılmıştır. Bu devirlerin başında yer alan Peygamber Efendimizin (s.a.v.) devrine âlimler, huzur ve mutluluk manasına gelen "Asr-ı Saâdet" ismini vermişlerdir. Asr-1 Saâdette, Ashab-ı Kiram efendilerimiz onun rehberliğinde, dinimizin bütün emirlerini anlamaya çalışmış, yaşamış ve yaşatmışlardı. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) eğitim ve terbiyesinden geçmiş olan Sahabi efendilerimiz, İslam'a gönülden bağlanmışlardı. İhlasla Allâhü Teâlâ'ya ibadet etmişler, Peygamber Efendimize de (s.a.v.) gönülden bağlanmışlardı. Zikirlerini, fikirlerini, ruhlarını, düşüncelerini ve yaşayışlarını Peygamber Efendimizin (s.a.v.) istediği gibi şekillendirmişlerdi. Kur'an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye, onların hayatlarına yön veren rehberleri idi. İnandıkları İslam davasını her şeyin üstünde tutuyorlardı. Dinleri uğruna mallarını, hatta canlarını feda etmede zerre kadar tereddüt etmiyorlardı. Bu inanç ve yaşayışa sahip olan zatlardan oluşan İslam toplumunda, kalbi birlik ruhi ahenk, dayanışma, yardımlaşma ve kaynaşma hakimdi. Ekonomik olarak hayat şartları pek yüksek değildi ama zaten onlar lüks ve israfı sevmezlerdi. Farklı ilimlere dair sistemli eserler yazılmamıştı ama asıl bilgiye yani vahye sahip çıkmış, ilmin önem ve değerini gayet iyi anlamışlardı. Adliye sarayları, mahkeme salonları yoktu ama "Hırsızlık yapan, kızım Fâtıma da olsa gereken cezayı verirdim." buyurarak adaletten asla taviz vermeyen bir peygamberleri vardı.
Reklam
Ashâb-ı Bedir: SÂİB BİN OSMÂN BİN MAZ’ÛN (R.A.)
Muhâcirlerden ve Benî Cumah kabilesindendir. İlk Müslümanlardan olup babası Osman bin Maz’ûn ve amcaları Kudâme ve Abdullâh (r. anhüm) Hazretleriyle birlikte, ikinci kafile ile Habeşistan’a hicret edenlerdendir. Hicret’in ikinci senesi Rebîulevvel ayında yapılan Buvât Gazvesi’nde Peygamber Efendimiz (s.a.v.), onu Medîne-i Münevvere’de yerine vekîl olarak bırakmışlardı. Sâib (r.a.) Hazretleri, Bedir başta olmak üzere diğer bütün gazâlarda Peygamber Efendimizin (s.a.v.) maiyetinde bulunmuştur. 30 küsur yaşında iken Hicret’in 12. senesinde Hz. Ebûbekr’in (r.a.) hilâfeti zamanında meydana gelen Yemâme Harbi’nde şehit olmuştur.
Akıl en büyük sermayedir
Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîflerinde, “Allâhü Teâlâ, yeryüzünde akıldan daha kıymetli bir şey yaratmamıştır. Şüphe yok ki yeryüzünde (kâmil) akıl, kibrît-i ahmerden daha azdır.” buyurmuşlardır. İnsanî fazilet ve edeplerin olmazsa olmazı, Cenâb-ı Hakk’ın, din için asıl, dünya için bir direk mesâbesinde kıldığı akıldır. Zira
Akıl en büyük sermayedir
Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîflerinde, “Allâhü Teâlâ, yeryüzünde akıldan daha kıymetli bir şey yaratmamıştır. Şüphe yok ki yeryüzünde (kâmil) akıl, kibrît-i ahmerden daha azdır.” buyurmuşlardır. İnsanî fazilet ve edeplerin olmazsa olmazı, Cenâb-ı Hakk’ın, din için asıl, dünya için bir direk mesâbesinde kıldığı akıldır. Zira
Efendimiz ﷺ
“–Kardeşlerimizi görmeyi çok isterdim. Onları ne kadar da özledim!” Ashâb-ı kiram; “–Biz Sen’in kardeşlerin değil miyiz, yâ Rasûlâllah?” dediler. Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “–Sizler benim ashâbımsınız, kardeşlerimiz ise henüz gelmemiş olanlardır.” buyurdular.
Reklam
٥٠٧٢  -...عَنْ زَيْدِ بْنِ أَرْقَمَ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: كَيْفَ أَنْعَمُ وَصَاحِبُ الْقَرْنِ قَدِ الْتَقَمَ الْقَرْنَ يَنتَظِرُ مَتَى يُؤْمَرُ فَيَنْفُخُ فِيهِ؟»  قَالُوا : فَمَا نَقُولُ؟ قَالَ: «قُولُوحَسْبُنَا  اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ»    5072- Zeyd b. Erkam der ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): _"Sûr'a üfürecek olan melek onu ağzına koymuş ve başını eğip üflemesi için emir beklerken ben nasıl nimetler içinde rahat edebilirim?"_ buyurdu. Ashâb: "Ne dememizi emredersin?" diye sorunca, Allah Resûlü: " *Allah bize yeter, O ne güzel vekildir. Allah'a tevekkül ettik* ." deyin" buyurdu. El-Mu'cemu'l-Kebîr, Taberânî
Allah için sevmek
👉Müslüman Sevdiğini Allah İçin Sever, Nefret Ettiğinden de Allah İçin Nefret Eder! 👉Bera b. Azib radıyallahu anhu rivayet etti: 👉"Biz, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında oturuyorduk. 👉Peygamber Efendimiz: "İslama en iyi bağlayan şey nedir?" diye sordu. 👉Sahabe: "Namazdır" dedi. Peygamberimiz: "Cevabınız güzel fakat o değildir." Buyurdu. 👉Ashab: "Zekat vermek." Dedi. Peygamberimiz: "Cevabınız güzel fakat o da değildir." Buyurdu. 👉Sahabe: "Ramazan orucudur." Dedi. Peygamberimiz: "Cevabınız güzel, fakat o da değildir." Buyurdu. 👉Sahabe: "Hacca gitmektir." Dedi. 👉Peygamberimiz: "Cevabınız güzel fakat o da değildir." Buyurdu. 👉Sahabe: "Cihaddır." Dedi. 👉Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: "Cevabınız güzel, fakat o da değildir. Muhakkak ki İslam'a en iyi bağlayan şey, Allah için sevmek Allah için buğz etmektir.'" 👉Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/286; Albânî, Silsiletu ehâdisi's-sahîha, 2/734.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.