Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
1. Körfez Savaşı sırasında “Irak Savaşına Amerikalıların yanında girersek bir koyar üç alırız” diyerek siyasi literatüre yeni bir deyim armağan etti. Özal’ın o dönem, ABD’nin yanında savaşa girildiği takdirde, Musul ve Kerkük’ün Türkiye topraklarına katılabileceğini düşündüğü yazıldı. Turgut Özal, yine 1. Körfez Savaşı döneminde, Meclis onayı almadan ABD’ye hava sahasının açılmasının Anayasa’ya aykırı olduğu eleştirilerine, “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” dedi. Özal hakkındaki en özlü ifade ise işçilerden geldi: Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı!
12 Eylül Askeri Darbesi'nin ekonomi programını hazırlayan Turgut Özal, cuntanın TÜSİAD ve ABD ile bağlarını kuran kişi olarak biliniyor. 12 Eylül cuntasının ekonomi bakanı da olan Özal, 1983 yılında başbakan oldu. İhracata dayalı büyüme modeli ile ülkedeki toplam ihracatın üçte ikisi hayali ihracat oldu. Özal döneminde tam 256 tane şirketin hayali ihracat yaptığı kanıtlandı. Olağanüstü hal uygulaması, 1987 yılında Özal döneminde başlatıldı. Özal ayrıca, Özel Tim’in kurulmasını sağlayan isimdi. Özel Tim 1983 yılında Özal’ın başbakanlığı döneminde kuruldu. Özal hükümetinin bir diğer icraatı da bölgeye “istenmeyen gazetecilerin” girişinin önüne geçmek için çıkarılan “sansür ve sürgün kararnameleri” oldu.
Reklam
Sağcı sendika konfederasyonu Hak-İş, kapatılmasından birkaç ay sonra 1981 yılında açılırken, yine devlet sendika konfederasyonu olarak bilinen Türk-İş, 1982 yılında Genel Kurul toplayacak duruma gelirken, DİSK’e aşağıdakiler yapılıyordu: 17 Eylül’de gözaltı süresi doksan güne çıkarıldı. DİSK yöneticileri ve üyeleri uzun süre yargıç önüne çıkarılmadı. Milli Güvenlik Konseyi, 18 Eylül’de yayınlanan 8 No’lu kararı ile DİSK’in taşınır ve taşınmaz mal varlıklarına el koyduğunu açıkladı. 11 Kasım’da DİSK üyesi sendikaların yönetimine sıkıyönetim komutanlarınca belirlenen kayyımlar atandı. 7 Aralık’tan itibaren 2364 sayılı Yasa ile tüm sendika üyelerini kapsayan Yüksek Hakem Kurulu uygulamasına geçildi. 12 Eylül’de gözaltına alınan altmış yedi DİSK yöneticisi tutuklandı. Aralarında DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk’ün de bulunduğu 52 DİSK yöneticisi hakkında idam cezası istemiyle dava açılacağı basına açıklandı. DİSK üyesi Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Kenan Budak, 25 Temmuz’da polis tarafından kurulan bir pusuyla sokak ortasında öldürüldü. DİSK Davası 24 Aralık’ta İstanbul Sıkıyönetim Mahke­mesi’nde başladı. Yüz altmış dosya birleştirildi, toplam sanık sayısı bin dört yüz yetmiş yedi, hakkında idam istenilenlerin sayısı yetmiş sekize çıkarıldı.
12 Eylül öncesinde 45 milyonluk Türkiye’de 4 milyonun üzerinde sendikalı işçi varken, bugün bu sayının oldukça altında olunması, darbenin bu konuda bir ölçüde başarılı olduğunun kanıtı. Yine darbenin ardından kurulan YÖK, üniversitelerden solcu akademisyenlerin ve öğrencilerin kazınması amacı taşıyordu. Darbe ile beraber sendika konfederasyonlarının tamamı kapatıldı ancak sonrasında gerçekleşenler yine darbenin mantığı hakkında fikir veriyor.
“Önce kimliğini yok et ki, herhangi biri haline gelsin. Sağlığını boz ki direnme gücünü bulamasın. Onurunu çiğne ki, aynaya bile bakacak yüzü olmasın. Eğer bunları başaramadıysan canını al ki, bir daha sistemin başına bela olmasın..”
Bu ülkede ‘beterin beteri var’ diyerek her türlü kötülüğe razı olmayı öğretiyorlar, oysa biz, iyi olanın yanında olmayı ne çok isterdik.
Reklam
"Bu ülkede beterin beteri var diyerek her türlü kötülüğe razı olmayı öğretiyorlar, oysa biz, iyi olanın yanında olmayı ne çok isterdik."
Kadın cezaevine geldiğinde dört-beş aylık hamile. Herkes doğacak bu bebek için içeride bir şeyler örüyor. Kimisi patik, kimisi yelek, kimisi kazak. Kadınlar koğuşunda müthiş bir hareketlilik. Tutuklular kendi aralarında çocuğun kız mı, yoksa erkek mi olacağı üzerine iddiaya giriyor. Kadın da çocuğunun olmasını çok istiyor. Fakat emniyette gördüğü işkenceler yüzünden psikolojik sorunları da giderek ağırlaşıyor. Hamileliğinin yedinci ayında sancılanıyor. Erken doğum belirtileri görülüyor. Tutuklular sabahlara kadar kapılara vuruyor ama ne gelen oluyor ne de giden. Doğum mecburen koğuşta gerçekleşiyor. Fakat göbeği paslı bir teneke parçasıyla kesildiği için bebek tetanos olup iki gün sonra ölüyor. Ben koğuşa bu olayın ardından geldim ve onu gördüğümde bebeğin ölümü nedeniyle çok daha kötüleşmişti. Gözlerini bir noktaya dikip öyle boş boş, kimseyle bir şey konuşmadan bakıyordu. Bu olay kadınların tümünde panik yaratmıştı. Çünkü sabaha kadar kapılara vurmalarına karşın doğum yapmak üzere olan arkadaşlarının hastaneye kaldırılmasını sağlayamamışlardı ve bunun bedelini de doğmamış bir bebek ödemişti.
Selda Bağcan <3
Bir gün bizi havalandırmaya çıkarmış, ağızlarımız bantlı, ellerimiz kelepçeli soğukta sabahtan akşama kadar bekletmişlerdi. Selda Bağcan, o zamanlar bağımsızlar koğuşunun penceresinden bizi izlemiş ve çok etkilenmiş. Ertesi gün dilekçe vererek "Belki onlar gibi direnemem ama onların yanında olmak istiyorum," demiş ve yanımıza gelmişti.
"Kadın-erkek eşitliği işkencede sağlanmıştı."
Bir hamile arkadaş elleri arkasında kelepçelenerek doğuma götürülmüş, orada da sorgulanmıştı. Hamile olmanız, çocuk olmanız, genç ya da yaşlı olmanız karşılaşacağınız uygulama açısından size herhangi bir ayrıcalık tanımıyordu. Devlet, işkence konusunda cinsiyet ayrımını pek dikkate almıyordu. Kadın-erkek eşitliği işkencede sağlanmıştı... Normal koşullarda hiçbir insan başkasının yanında soyunmak istemez. Bunun üzerine saldırırlar. Üzerinde hiçbir şey olmadığı bilinir ama ona rağmen çırılçıplak kalıncaya kadar zorla soymaya devam ederler... Cinsel bir şiddetti bu.
Reklam
Bazı açlık grevlerinde hücre mazgallarımızın önüne köfteci tezgahı getirip köfte kızartmışlardı. Mazgal deliğini açıp kokuların içeri gelip bizi etkilemesi için özel olarak uğraşmışlardı. Hastanedeyken başımızın ucundaki komodinin üzerine kokusu tüten sıcak yemekler bırakıyorlardı. O kadar saygısız ve iğrençtiler. Bu numaralar direniş boyunca çeşitlenerek ve artarak devam etti.
Şimdi nasıl "terör suçlusu" tanımını icat ettilerse o zaman da siyasi tutsaklara askeri statü getirerek 13-1 talimatnamesi adı altında askeri kuralları dayatmışlardı. Her dönem saldırmak için bir gerekçe uyduruldu.
Kitaplarımız, bir gece vakti, gözümüzün önünde varillere dolduruldu ve yakıldı. Kitapların, büyük yağ varillerinin içinde yanması saatler aldı. Gece boyu içimiz ezilerek, yanan kitapların dumanını kokladık. Ekim ayının soğuk bir gecesiydi. Askerler, alevlerin karşısına geçip ellerini ısıttılar.
"Türkiye hiçbir konuda Avrupalılaşamasa da işkence yöntemleri ve cezaevleri ile artık Avrupalı sayılabilirdi."
"İki seçenek vardı ve her ikisi de birbirinden beter sonuçlar doğuracaktı. Toplum, cezaevlerinde yaşananlarla ilgilenebilirdi ki, bu durumda, duvarların ardındaki travmanın dolaysız ortağı olacak ve kaçınılmaz olarak bundan nasibini alacaktı. Yaşananlara sırtını dönüp görmezlikten gelebilirdi ki, bu durumda da insani özelliklerinden önemli tavizler verecek, sosyal kimliği büyük yaralar alacaktı. Geçen yıllar, toplumun ikinci seçeneği benimsediğini gösterdi. Hemen herkes, duvarlara sırtını döndü, yükselen çığlıklara kulaklarını tıkadı. Ve eskiden toplumsal vicdan denilen bir şey vardıysa, çoktan beridir yok oldu."
27 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.