Kitabı okumaya başlamadan çevremden duyduklarıma dayanarak kitabın çok karışık olduğu ve isim benzerliğinin bu karışıklığı körüklediği kanısıyla başladım.
Yüzyıllık yalnızlık, bir Güney Amerika ülkesinde Macondo adlı bir kasabanın ve Buendia adlı bir ailenin çevresinde gelişen olayların olağanüstü öyküsüdür.
Marquez'in düşsel kasabası Macondo'nun, Buendia ailesi tarafından kurulması, gelişmesi ve yok olması ele alınmıştır. Ne var ki Macondo'nun ve Buendia Ailesi'nin kaderleri birbirine benzeyecektir.
Kasaba kurucusu olan Buendia Ailesi ile doğar büyür, gelişir ve yok olur. Neredeyse tüm kahramanlar olağandışı kişiliktedirler. Aile, arkadaş, dost, sevgili ilişkileri, yeri geldiğinde midenizi bulandıracaktır.
Görkemli bir ailenin, büyük evlerinde aile bireylerinin ruhsal yalnızlıklarına şahit oluyorsunuz. Sevgi, tutku, aşk, savaş, devrim, bolluk, yoksulluk gibi konular birbirleriyle içi içe geçmiştir. Büyük bir ailenin altı kuşak boyunca konu edinmesi ve tutunamayarak yok olması kaçınılmaz sondur. Aile içindeki kişilerin birbirleriyle aşk yaşayabilmeleri çok tuhaf gelse de, düşler kasabası Macondo için bunu normal görmeye başlıyoruz.
Son olarak gerçekten yaşanmış olan muz katliamına değinmesi ve halkın başını kuma gömmesi, insanlık tarihi boyunca haksızlıklara karşı sessiz kalan, görmezden gelen insanlara ve hükümetlere güzel bir iğneleme olmuş. İşçi ve insan hakları penceresinden bakınca bu manzara bana çok tanıdık geldi.
Nobel ödüllü yazarın bu kitabı, kesinlikle okunmalı diye düşünüyorum.