AŞK İŞGAL DEĞİLDİR
“Sen benim altıncı işimsin. Onca ağır yükün altında sana ayırabileceğim ancak yorgunluğumdur. Otuz iki yıl kalbimi ve gövdemi silerek kurduğum dünyanın önüne almamı bekleme seni. Ne kadar derinden gelirse gelsin, ne kadar yakıcı olursa olsun, görünmez bir boşluğu o da bir sürelik dolduracak bir ses için onca yılı hiçleyemem. Bu dünyayı kolaylaştıracaksın diye kapılarımı açtım. Bir yol boyu pınarısın sen. Kan ter içinde geliyorum bir yudum serinlik için, içindeki çirkefle simsiyah ediyorsun. Attığım hiçbir adım için kimseye hesap vermedim ben. Kimse için zaman saymadım. Aşk değil işgal bu. Gittikçe herkese benziyorsun. İçindeki cehennem ilgilendirmiyor beni. Bana gülün gerekli, dibindeki gübre değil. Anlıyor musun?”
_
Benim için işgal, senin dışındaki her şeydi. Senden geçiyorsa her şey aşktı. Dünya sensiz geliyordu üstüme. Hırçınlığım buydu; biraz korku, biraz keder, çokça ayrılık...
Zira ne kadar yüksek ve ulvi görünürse görünsün, kökenini sadece cinsel itkide bulan aşk, aslında, bu itkinin, biraz daha belirli, özelleşmiş ve aslında, dar anlamda biraz daha bireyselleşmiş biçiminden başka bir şey değildir. Eğer, bunu aklımızdan çıkarmaksızın, bütün evreleri ve küçük farklılıklarıyla cinsel aşkın sadece kurgusal eserlerde ve