Memleketin, yüzü ışıldayan bütün çocukları gibi, hayatının bir dönemini devrimin, insanın sırtını ılık bir elle sıvazlayan ihtimaline inanarak geçirmişti. Devrim olurdu, olmazdı orası ayrı mesele. Ama devrime yalnızca inanmanın bile, razı olmamakla doğrudan ilgili, vicdanı serinleten, en olmadık zamanda insanın içini yeşerten bir lezzeti var... ... Hayat kendini öyle bir gelip senin karşına koyuyor ki, hayallerini, umutlarını, çocukluğundan, gençliğinden beri kurduklarını yutturuveriyor sana. Sınavlar geliyor, zoraki takılmış kravatlarla, en son akraba düğününde giyilmiş biçimsiz takım elbiselerle iş görüşmeleri geliyor, askerlik geliyor, kredi kartı geliyor, ihtiyarların bir bir ölmesi, gençlerin bir bir ihtiyarlaması geliyor. Durduğu yerde ağırlaşmaya başlıyor hayat. yapış yapış bir şey gibi.
...Üç nokta… Ya üç nokta… üç noktanın hikayesini hiç duydunuz mu? … “Üç noktanın ima ettiğini, yeri gelir, bütün bir edebiyat açıklamaktan aciz kalır. Hiç bir harf ve hiçbir kelime üç noktanın ima ettiğini kucaklayamaz… O bunu biliyordu, askere giderken eşiyle son kere yalnız kaldığında demişti ki: “Eve gönderdiğim her mektubun sonuna üç tane
Reklam
Zorunlu askerlik sadece medeniyetin devamı için değil, aynı zamanda varlığımız için de ciddi bir tehlike oluşturur.
...O iskemlede oturan yorgun bedenimin, bunca gündür yaşadığım gerilimin ardından iyice yıpranmış duygularımın, düşüncelerimin ortasına kocaman bir delik açtığının farkındaydı. Bana bir çay söyledi. Hüseyin'in anlattığı askerlik hikâyesi aklıma gelmedi bile. Çayımı bitirene kadar bana hiç soru sormadılar,beklediler. Hepsi karşımda duruyordu. Çay bitti. Hâlâ öylece duruyorduk. Aralarında fısıldaşıyorlardı,hiçbir şey anlamıyordum. Bardak elimde kalmıştı, ne yapacağımı bilemiyordum. Yanımda masa varmış gibi geliyordu bana, bardağı o tarafa uzatıyordum, olmuyordu. Biraz sonra öbür tarafa uzatıyordum, olmuyordu. O yanda masa olmadığını bildiğim halde karşıma doğru uzatıyordum,gene olmuyordu tabii. Sinirlerim bozulmuştu.Hiç kimse elimdeki bardağı almıyordu. Elindeki boş çay bardağını bile bir yere koyamayan zavallının biriydim. Ne kadar da acizdim. Gözyaşlarına kontrol edemedim. Gözlerim doldu, doldu. Gözyaşlarını akmasın diye kendimi zor tutuyordum.Birden boşaldı, kumaş gözbağmın altından akmaya başladı. Bardağı fırlatmak istiyordum.'Onun yüzünden,' diye düşünüyordum, 'onun yüzünden,onun yüzünden!..'
Askerlik muayenesi için Sacramento Hastanesi'ne başvurmamı isteyen bir mektup aldım. Çürüğe çıkardılar beni. Astımım vardı. Bronşitlerim iltihaplıydı. Gerekli bilgileri halk kütüphanesinden aldığım kitaptan edindim. Astım öldürücü müydü? Olabilirdi. Olsun. Dostoyevski'nin sarası vardı, benim astımım. İyi yazmak için vahim bir hastalık elzemdi. Ölümle baş etmenin tek yolu.
376 syf.
10/10 puan verdi
Askerlik öncesi okumak pek iyi gelmedi ama kitabın başında okumakta zorlanacağımı düşünüp süründürdüm kitabı. Ancak sınır karakolunda yaşananları okumaya başlayınca sabaha kadar uyumayıp bitirdim işe de geç kaldım, zerre de pişmanlık duymadım tüm gün yarı uyanık vaziyette Ziya'yla beraber "meret" içip durdum sanki.
Heba
HebaHasan Ali Toptaş · Everest Yayınları · 20164,610 okunma
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.