İlişkiler ruhsal olanın kendini gerçekleştirebildiği ortamlardır. Bir insanın kişisel olarak gelişebilmesi, uzlaşmacı ve gelişime açık Ötekileri bulabilmesiyle mümkündür. Bütün insani ilişki ve karşılaşmalar uzlaşmanın mümkün olduğu bir zeminde gerçekleşir. Bir ilişkiye girmek ve bu ilişkiyi sürdürmek isteyen, Öteki'nin ilgilerini kendi ilgisi haline getirebilmelidir. Bir tarafın gelişimi Öteki'nin gelişimiyle uzlaşabildiğinde ilişki de yoğunlaşır.
Sayfa 24
"Ben, Sen'de meydana gelir", insani bir karşılaşmanın somut karşılıklılığı içinde. Ben ve Sen birlikte hareket halindedir. Asıl gerçeklik Ben ve Sen arasında yatar. Bu karşılaşmanın sonucudur Ben ve Sen. Odak noktası kendini daha iyi algılayabilmek ve gerçekleştirebilmek için Sen'i kullanan Ben'de değildir. Ama odak noktası Ben'in şefkatle kendini adadığı Sen'de de değildir. Odak noktası Ben ve Sen'in birlikte meydana getirdikleri alanda, yani "O Arada"dadır. "Ben, Sen'de oluyorum. Sen'i konuşarak Ben oluyorum. Bütün gerçek yaşam, o karşılaşmadır."
Sayfa 23
Reklam
Birey kendi sınırını belirlemeden birey olamaz. Ama Öteki yoksa çekilecek sınır da yoktur. Bu sınırın önce isteyerek ortadan kaldırıldığının, daha sonra tekrar nerede çekildiğinin, bütün ilişkinin gidişatını belirlediği aşk ilişkisi ise insanı anlayabileceğimiz en gerilimli alandır.
Sayfa 22
"Ben hiçbir hastanın zincirlik deli olduğu kanaatini taşımıyorum. Aşkın bütün halleri derece derece bir ilgi ve alaka meselesidir çünkü. Bazı âşıklar akıllarının bir kısmını, bazıları yarısını, bazıları da tamamını sevgiliye yönlendirir ve bu orana göre biz onlara deli, yarı deli, zırdeli gibi isimler koyarız. Oysa burada yitirilen akıl değil, belki irade ve hükmetme derecesidir. Bu durumda duygular öne çıkar, akla baskın olur."
Türkiye bir bütün olarak kendinden zayıf, farklı, öteki olanı taciz eden erkek egemen bir topluma dönüşmüştür.
Sayfa 179 - Pinhan YayıncılıkKitabı okudu
Ben, Sen'de oluyorum. Sen'i konuşarak Ben oluyorum. Bütün gerçek yaşam, o karşılaşmadır.
Sayfa 23 - Pinhan YayıncılıkKitabı okudu
Reklam
Gözlerin ve ellerin, dilinden daha konuşkandır senin, bilirim. Bilirim ve böyle zamanlarda fincan gözlerine uzun süre bakamam. Fincanlar üstüme kapanabilir sanırım çünkü. O fincanların içindeki bütün fallar yorumlanamayacak kadar açıktır.
Âşıkın gözü yaşı dün ü gün durmaz akar Âşık kan ağladığı ma'şuk soruncayımış Aydırlar idi bana âşık âvâre olur Geldi başıma gördüm ol söz yerinceyimiş
Sayfa 279
Bir insan sevgilisinden, kocasından, karısından neden ayrılamaz? Ayrılmak kelimesi ciddi olarak aklına geldiği anda neden elleri buz keser, kalbi deli gibi çarpar, içini tarifsiz bir korku kaplar, bir felaket olacakmış hissine kapılır? Hayatın başka bir yerde çok daha istediği gibi aktığını bildiği halde onu yerinden kımıldatamayacak hale getiren duygu ve düsünceler nelerdir? Ayrılık akla her geldiğinde ortaya çıkan bu melankolik ruh halinin sorumlusu kimdir? Acının kaynağı nerededir? Ya da acı var mıdır hakikaten yaşananda? Çok mu konformisttir ayrılamayan? Çok mu tutucudur? Sahip olduklarını yitirmekten mi korumaktadır bencilce? Bütün oyuncakların kendisinin olmasını mı istemektedir çocuksu bir tavırla?
Sayfa 131Kitabı okudu
Aristofanes’e üç farklı çift varmış: erkek-kadın, erkek-erkek ve kadın-kadın. Bu ikiz gibi birbirine benzer olan çift bütün gün birlikte dolaşıp durur ve dolayısıyla hiç yalnızlık çekmezmiş. Bir gün öyle bir yanlış yapmışlar ki Zeus onları ikiye ayırarak cezalandırmış ve ondan sonraki yaşamlarının tamamını diğer yaralarını arayarak geçirmişler. “Bundan dolayı” der Aristofanes, “ günümüz insanı da bütün hayatı boyunca kendisini bütünleyecek diğer insanın arayış içindedir, çünkü insan en temelde bir değil, iki kişidir.”
Reklam
Sünnet esnasında donuk ve tepkisiz durmasının tek bir sebebi vardı: Annesinin onu nasıl ve neden kandırdığını düşünüyor olması. Hazmedememişti İskender bu ihaneti. Sevip de kandırmayı. İnsanın canı kadar sevdiği birini oyuna getirebileceği aklının ucundan dahi geçmemişti. O güne dek bilmezdi, birine bütün kalbinle muhabbet besleyip yine de onu incitmek istemenin mümkün olabileceğini. Sevginin ve aşkın karmakarışık halleri üzerine aldığı ilk hayat dersiydi bu.
Hayat güzeldi, fakat yaz bitiyordu. Bu yaz ömürlerinin incisi, biricik mevsimi. Ne olurdu o da Mümtaz gibi, İhsan gibi hayata güvenebilseydi. Fakat hayata güvenmiyordu. O, hayat karşısında zayıftı. Bu zaaf yüzünden bir gün Mümtaz'ı, kendisine o kadar lazım olan, kendisine o kadar muhtaç olan Mümtaz'ı kaybedebilirdi. Çünkü kendisini iyi tanıyordu. O bir düşünceye, bir fikre, bir aşka kendisini tam veremiyordu. Eve girer girmez annesinin biraz çatık yüzü, Fatma'nın dargın halleri ona her şeyi unutturuyordu. Onun hayatı parça parça idi. Ayrı ayrı evlerde yaşıyordu. Aşkın ve vazifenin evlerinde yaşıyordu. Birinden öbürüne geçtiği zaman az çok kendi de değişiyordu. Bütün bunların Mümtaz'ın gözünden kaçmadığını biliyordu. Bir gün, "Vücutlarımız, birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır!" demişti.
Sayfa 196 - İKİNCİ BÖLÜM: NURANKitabı okudu
O güne dek bilmezdi, birine bütün kalbinle muhabbet besleyip yine de onu incitmek istemenin mümkün olabileceğini. Sevginin ve aşkın karmakarışık halleri üzerine aldığı ilk hayat dersiydi bu
Senden, aşktan başka bir şey istemem cihanda Vuslat da bir hicran da bir bana bu dünyada Aşkın olmadan bir hiçtir bütün varlığım İster vuslatı seç ister hicranı sen bana
Sayfa 18 - hece yayınları, üçüncü basım, mart ikibinondokuz, pdf
Türkiye bir bütün olarak kendinden zayıf, farklı, öteki olanı taciz eden erkek egemen bir topluma dönüşmüştür.
Sayfa 179
286 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.