"Gecelerdir yine uykusuzum. İçimde boş geçen bir hayatın kahredici nedameti ve birden bir mağarada uyanan adamın hayretle büyüyen göz bebekleri. Kalbimin her parçası bir çalıya takılmış. Hayatım bir delinin anlattığı hikâye. Yine bir buhran içindeyim."
...Söz konusu olan kutu-adamın günlüğüdür: Kafamda taşıdığım, her iki yandan kalçalarıma kadar inen kartondan kutunun içindeyim. İşte o anda, kutu-adam benim. Başka deyişle: Kutu-adam, kutunun içinde, kutu -adamın günlüğünü yazar...
Reklam
Biraz uzun ama okumaya değer :)))
Cennet feci kalabalıklaştığı için Aziz Peter sadece öldükleri günü çok kötü geçirenleri içeri almaya karar verir. Yeni politikayı uygulamaya koyacağı ilk sabah kuyruktaki ilk adamın karşısına geçer ve "Öldüğün günü anlat bakalım der," der. "Ah, berbattı. Karımın biriyle ilişkisi olduğundan emindim; o yüzden iş üstünde yakalayayım diye eve erken geldim. Dairenin her yanını aradım ama sevgilisini bulamadım. Derken balkona çıktım, bir de ne göreyim? Adamın biri balkonun kenarına tutunmuş, aşağı sarkıyor! Derhal içeri girdim ve çekici kaptığım gibi dönüp parmaklarına indirmeye başladım. Sonunda düştü ama aşağıdaki çalıların üstüne düştüğü için ölmedi. Ben de yine içeri girdim, gidip buzdolabını kaptım ve balkondan aşağı ittim. Adam ezilip öldü ölmesine ama buzdolabını itmeye harcadığım güç yüzünden kalp krizi geçirip oracıkta öldüm." Aziz Peter adamın berbat bir gün geçirdiğine ve sonuçta bir tutku suçu işlediğine kanaat getirip adamı içeri alır. Sıradakine döner ve öldüğü günü nasıl geçirdiğini sorar. "Ah, feciydi, efendim! Balkonumda aerobik yapıyordum, birden ayağım takıldı, tepetaklak yuvarlandım ve son anda alt katın balkonuna tutunmayı başardım. Tam o sırada manyağın teki geldi ve çekiçle parmaklarıma vurmaya başladı! Düştüm ama aşağıda çalılar vardı, ölmedim. Ama aynı herif bu sefer üstüme buzdolabı attı!" Aziz Peter kıkırdar ve adamı Cennet'e alır. Sıradakine döner: "E, anlat bakalım senin günün nasıldı?" "Şey," der adam, "çırılçıplaktım ve bir buzdolabının içindeydim..."
Sayfa 120 - Aylak kitap
"Derin bir adamın dosta ihtiyacı vardır" diye söze başladı; sanki Breuer'le değil, kendi kendine konuşuyordu. "Dostu yoksa bile hiç olmazsa Tanrıları vardır. Ama benim ne dostum ne de Tanrılarım var. Ben de sizin gibi büyük bir özlem içindeyim; kusursuz dostluklar kurma özlemi, inter pares dostluk, eşitler arasında dostluk. Bu sözcüklerin insanın soluğunu kesen bir gücü var; hele benim gibi her zaman yalnız olan ve hep tam kendisine göre birini arayıp da asla bulamayan biri için inter pares gibi sözcükler büyük bir rahatlama hissi ve ümit veriyor...
O zaman ilk aşkın ateşi içindeydim (tanışmamızın üzerinden iki hafta bile geçmemişti), o tutkulu ve yoğun tapınma halinde, tüm ruhunuz masumca ve bilinçsizce sevdiğiniz varlığın her hareketini izlediğinde, ona hiçbir zaman doyamadığınızda, sesini yeterince dinleyemediğinizde, nekahat dönemindeki bir çocuğun görünüşüyle gülümsediğinizde, hayatta azıcık tecrübesi olan biri bile derdinizin ne olduğunu ilk bakışta anlar.
"Benim şüphelerime gülüyor. Evet, bana o sefer söylediği şeyi söyleyecek şimdi: Benim şüphelerimin bir temeli olmadığını, bunun gülünç olduğunu." Şimdi, her şeyin ortaya çıkması, üzerinde asıh dururken, tek istediği kadının eskisi gibi ona alavla yanıt vermesi, şüphelerinin gülünç olduğunu ve bir temeli olmadığını söylemesiydi. Bildiği şey o kadar korkunçtu ki şimdi her şeye inanmaya hazırdı. Ama kadının yüzündeki ürkek ve karamsar ifade artık yalan bile vaat etmiyordu. "Belki de yanılıyorumdur" dedi. "Bu durumda beni affetmenizi rica ederim." "Hayır, yanılmadınız" dedi kadın ağır ağır, adamın soğuk yüzüne çaresizce bakarak. "Yanılmadınız. Ben çaresizlik içindeydim, olmamam imkânsıdı. Sizi dinliyorum ve onu düşünüyorum. Onu seviyorum, onun âşığıyım, katlanamayacağım, korkuyorum, nefret ediyorum sizden... Bana ne isterseniz yapın."
ALFA Yayınları
Reklam
174 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.