Atatürk'ün Samsuna çıkışı ile başlayan Kurtuluş hareketinin finansal olarak incelendiği bu değerli kaynakta, asıl zorluğun Anadolu'nun yoksulluğu olduğunu görüyoruz. Yıkılan, işgal edilen bölgelerin kaynaklarının elden çıkması Büyük Millet Meclisini dar boğaza sokmaktadır. İngilizlerin tam desteğini alan Yunan tarafının aksine Anadolu'nun kısıtlı imkanlarıyla mücadele eden Türk Halkı bu farkı kapatmak için ağırlaştırılmış vergi yükümlülüğü altına girmektedir. Dış yardımlarından sağlandığı bu mücadelede yoklukla savaşında çok sert geçtiği görülmektedir.
Din eğitimi ve öğretimi ve dinin siyaset gibi kirli bir alana alet edilerek hedefe konulan Türkler müslüman kimliği ile melez haline getirildi. Ortadoğu'da yahudi sami geleneği ile yaşayan toplumlardan bir farkı kalmadı.
Türklük bilinci yerinde ve Mustafa Kemal Atatürk'ün yolundan gidilmesi gerektiğini savunan bir avuç Türk ise önümüzdeki yüzyılın ve sonsuza kadar Anadolu toprakları üzerinde huzur içinde yaşamanın tek umudu ve adresidir.
Önder Karaçay
Anam ve kız kardeşim Akaretler’de 76 numarada ikamet ediyorlardı. Ben diğer bir ikametgâh arıyordum. Benim çocukluğumdan beri bir tabiatım vardır. Oturduğum evde ne ana, ne kız kardeş, ne de ahbap ile beraber bulunmaktan hoşlanmazdım. Yalnız ve bağımsız bulunmayı, çocukluğumdan çıktığım zamandan itibaren daima tercih etmiş ve sürekli olarak öyle yaşamışımdır. Tuhaf bir halim daha var, ne ana, -babam çok erken ölmüş- ne kardeş, ne de en yakın akrabamın kendi zihniyet ve anlayışlarına göre bana şu veya bu tavsiye veya nasihatte bulunmasına tahammülüm yoktu.
Aile arasında yaşayanlar pekâlâ bilirler ki, sağdan soldan pek saf ve samimi ihtarlardan kurtulamazlar. Bu vaziyet karşısında iki hareket tarzından birini seçmek zaruridir: Ya itaat, yahut da bu ihtar ve nasihatleri hiçe saymak. Bence ikisi de doğru değildir. İtaat nasıl olur? En aşağı benimle yirmi, yirmi beş yaş farkı olan anamızın ihtarlarına itaat geçmişe dönmek olmaz mı? İsyan etmek, faziletine, iyi niye-tine, yüksek kadınlığına inandığım anamın kalbini ve anlayışlarını altüst etmektir. Bunu da doğru bulmam.
Genç Mustafa Kemal Bey’in farkı, dehasıdır. Dehanın ne demek olduğunu tarif etmek mümkün değil, sadece yansımasından ve akışından dolayı onu hissedebilir ve gözleyebiliriz. Atatürk demek; dünyadaki bu önemli topluluğun 19. yüzyılını ve 20. yüzyılını takip edip sindirmek demektir.
Sayfa 11 - 2. Baskı, Mart 2023, İstanbul.Kitabı okudu
Genç Mustafa Kemal Bey'in farkı, dehasıdır. Dehanın ne olduğunu tarif etmek mümkün değil, sadece yansımasından ve akışından dolayı onu hissedebilir ve gözleyebiliriz.
"Halkını cehaletle sefalete teslim eden yöneticiler yok olmaya; cehalet ve sefalete sürükleyen yöneticileri seçen halk ise köle olmaya mahkûmdur."
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Tarım bakanımızın meşhur "Avrupa'da en fazla sığır Türkiye'de" esprisine cuk oturan bir kısa roman olmuş. Tek fark olayın kurgusunun
Türkiye'nin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye'ye ait olmadığını, bütün arkadaşlarımız ifade etmiş iseler de, bunu bir defa daha teyit etmek lüzumunu hissediyorum. Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve
hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye, azim ve mühim bir gayret
Gecenin ilerlediği saatlerde, yaveri Atatürk'e bir şifre getirdi. Atatürk raporu okudu, yüzünde acı bir ifade belirdi. Yavere, "Al bunu Fethi Bey'e götür," dedi.
Yaver, zamanın Başbakanı Fethi Bey'in omuz başında durdu, bekledi. Oyunun en can alıcı yerinde rahatsız edilmekten sıkılmış görünen Başbakan, Yavere, "Ne var?" diye sordu. Kendine uzatılan raporu aldı, bir göz attı ve, "Sonra bakarız," diyerek raporu geri uzattı.
Atatürk yaveri yanına çağırdı, "Şimdi de şifreyi İsmet Bey'e götür," dedi.
İsmet Paşa'nın o sırada hükümette hiçbir vazifesi yoktu. Yanına yaklaşan yaverin elinden raporu aldı, bir göz attı, oyunu bıraktı, iskemlesini geri çekerek bir sigara yaktı ve raporu baştan okudu. Son derece düşünceli bir ifadeyle, raporu katladı ve yavere verdi.
Atatürk her iki arkadaşının da davranışını dikkatle izlemişti. Dikkatini yeniden oyununa vermeden önce, arkasında durmakta olan Kılıç Ali, Atatürk'ün alçak sesle, "İşte İsmet'in farkı," dediğini duydu.
Karadeniz gemisi, Avrupa'nın pek çok limanını dolaşarak Türkiye'yi tanıtma görevini üstlendi. Cumhuriyet'in ilanından üç yıl sonra Atatürk'ün önerisiyle hayata geçirilen Karadeniz gemisi Projesi, Atatürk'ün Türkiye'yi dünyaya tanıtacak bir proje yapılmasını istemesiyle 1926'da yola çıktı. Türkiye'yi tanıtan
Yarının Adamı Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk'ün,"Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim." sözü kitapta okuduğum her olayda bir kez daha canlandı hafızamda. Teslimiyet, boyunduruk altına girmek nedir bilmeyen ve bu uğurda ölümü dahi göze alan asil bir milletin içinden çıkan asil bir komutanın iç ve dış tehditlere karşı dünyayı titreten destansı bağımsızlık mücadelesi.. Kitabı okuduktan sonra tarihimizi neden bilmemiz gerektiğini eminim sizler de çok daha iyi anlayacaksınız zira değişen tek şey yıl farkı,bazı savaşlar topsuz,tüfeksiz veriliyor. İncelememi Bilge Kağan yazıtından alıntılanan en değerli sözlerden biriyle tamamlamak istiyorum; "Türk Oğuz Beyleri, işitin! Üstte gök çökmedikçe, altta yer denizi delinmedikçe, ilini töreni kim bozabilir? Artık titre ve kendine dön!"
Yarının AdamıCon Sinov · Masa Kitap · 2023307 okunma
Yeni genç Türkiye, Osmanlı mirasını devralmıştı. Bu Genç Türkler'in, Enver ve Talat Paşa gibi devlet adamlarından çok önemli bir farkı daha bulunuyordu; diplomasinin çok önemli bir silah olduğunu kavramışlardı. Beri yandan Mustafa Kemal Paşa bir organizasyon dehasıydı ve hukuktan da hiç ayrılmamıştı. İstiklâl Savaşı kumandanlarından Karabekir Paşa başta olmak üzere İsmet Paşa'da kanuna, kanuniyet ve meşruiyete uymak zorunluluk ve esastı. 23 Nisan'ı takip eden süreçte, 1876 Anayasa çerçevesi ve Meşrutiyet'in getirdiği çerçeve hiç kırılmadı.
18 mart 1915 deniz savaşı sonrası 25 nisan 1915te başlayan çanakkale kara savaşlarına dair yerli yabancı yazarlar, tarihçiler, araştırmacılar tarafından yazılmış birçok kitap var.
okumuş olduğum bu kitap dışarıdan bakıldığında bunlardan biri gibi görünse de aslında tam olarak böyle değil.
zira
"Eğer vatan denilen şey, kupkuru dağlardan, taşlardan, ekilmemiş sahalardan, çıplak ovalardan, şehirler ve köylerden ibaret olsaydı, onun zindandan hiçbir farkı olmazdı."
"Eğer, vatan denilen şey, kupkuru dağlardan, taşlardan, ekilmemiş sahalardan, çıplak ovalardan, şehirler ve köylerden ibaret olsaydı, onun zindandan hiçbir farkı olmazdı. "