Bir ağacın göründüğü gibi durup beklemek değil, bilakis, o ağacın olduğu, yapıp ettiği gibi olmak, yapıp etmektir sabır. Onun toprağa dalan kökleri gibi hayatın bütününün içinde olmak ve her ne kadar filanca mekânda olsa da esasında her yerde, o hayatm her yerinde mutlak surette var olduğunu bilmektir sabır... Sabır, herhangi bir işe veya oluşa, sonu iyi olsun diye girişmek, göğüs germek, tahammül etmek veya rıza göstermek değildir... Sabır, ilahi tasarımda hiçbir işin veya oluşun kötüye varamayacağını bilmek, idrak etmek ve bu idrak ile gülümsemek, mutlu, huzurlu olmaktır.
Ne kadar çok bilirsen o kadar çok canın acır!
Belki de bilmek, söylenegelen, zaten bilinegelen şeyleri misal; müfredatı yalayıp yutmaktan başka bir şeydi. Bilmek; gözün açılması, sonsuzluğun önündeki perdelerin kalkması ve dolayısıyla soruların çoğalması ve dolayısıyla da acıların artması gibi bir şeydi belki. Bilmek; açmazın, bir başka değişle hiçbir halt bilmediğini idrak etmenin ta kendisiydi belki. Belki bilmek; ne kadar çok bilirsen o kadar çok soracağın için, aynı zamanda bildikçe bilmediğini fark ettiren bir dolaysız, direkt, doğrudan, cepheden uygulanan bir acıydı.
Acının kendisi: Bilmek…