Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Deniz fırtınasından pek korkardım. Bir gün Marsilya'dan gelirken büyük bir fırtınaya tutuldum. Fırtına başlarken daha vapur kayık gibi çalkanmaya, beyaz köpüklerin üstünde kendini kaybetmeye başladı. O zaman kaptanın ve tayfanın yüzünü sürekli aramıştım ve her defasında henüz tehlike dakikasının gelmediğine inanıyor ve korkumu asıl tehlikenin gelişine erteliyordum. Kendi kendime, "Eh, fena dakika geldiği zaman korkarım," diyordum. Deniz azıyor, azıyor, ben yine kumanda yerinde kaptanın dalgalar arasında yüksek sesle kumandasını izliyordum; bu ses bana garip bir avunma ve sakinlik veriyordu. Burada da, bu korkunç sessizlik içinde de, top seslerinin kulakları patlatan iniltileri arasında da İhsan'ın ve küçük subayların insan sesinden çok çelik sesine benzeyen kısık kumandalarını dinliyor, etrafa yavaş yavaş ekmeye başladığımız arkadaş ölülerini aşıp giderken korkacak dakikanın gelmediğine inanıyordum.
BİR ANORMALİN SAVAŞ ALGISI
Marinetti'nin, Etiyopya'daki sömürge savaşına ilişkin manifestosunda şöyle denilmektedir: "Yirmi yedi yıldan bu yana biz fütüristler, savaşın estetiğe aykırı diye nitelendirilmesine karşı çıkmaktayız ... Bu bağlamda yaptığımız saptamalar, şunlardır: ... Savaş güzeldir, çünkü gaz maskeleri, korkutucu megafonlar, alev makineleri ve tanklar aracılığıyla insanın, boyunduruk altına alınan makine üzerindeki egemenliğine gerekçe kazandırır. Savaş güzeldir, çünkü insan bedeninin o düşlenen konumunu, metalleştirilmesi konumunu kutsayarak gerçeğe dönüştürür. Savaş güzeldir, çünkü çiçekler açan bir çayırı mitralyözlerin ateşten orkideleriyle zenginleştirir. Savaş güzeldir, çünkü tüfek ateşini, top atışlarını, ateşin kesildiği anları, parfüm ve çürüme kokularını tek bir senfoni halinde birleştirir. Savaş güzeldir, çünkü büyük tanklarınki, geometrik uçak filolarınınki, yanan köylerden yükselen duman helezonlarınınki gibi yeni mimari biçimler ve daha pek çok şeyler yaratır ... Ey fütürizm şairleri, yazarları ve sanatçıları ... bir savaş estetiğine ilişkin bu temel ilkeleri anımsayın; anımsayın ki, yeni bir şiir ve yeni plastik sanatlar uğruna harcadığınız çabalar yine sizin ışığınızla aydınlansın!
Sayfa 78
Reklam
İshan Oktay Anar -Tiamat Sözlük
Anafor : Su ya da hava akıntısının, önüne bir engel geldiğinde ya da karşılıklı olarak çarpıştıklarında çukurlaşarak, dönerek oluşturdukları çevrinti.Burgaç . Satıh : Yüz, yüzey. Yalpa :(deniz taşıtları) dalgaların ya da rüzgârın etkisiyle iki yana doğru yatıp kalkmak, sallanmak. Uskur: Gemi pervanesi. Manivela:Bir ucunun bağlı bulunduğu bir
272 syf.
·
Puan vermedi
 DAĞA ÇIKAN KURT     Dağa Çıkan Kurt öyküsü, Milli Mücadele yıllarının panoramasını gözler önüne sermektedir. Hikâyenin başlangıcında yazar, Fransız bir sanatçının şiirinin çıkmasını beklemektedir. Bunun etkisinde kalarak rüyaya dalmaktadır. Rüyasında, işlerin sarpa sardığı bir orman görür. Ormandaki hayvanlar arasında mücadeleler yaşandığını
Dağa Çıkan Kurt
Dağa Çıkan KurtHalide Edib Adıvar · Can Yayınları · 2021414 okunma
Bu mantıksız cevaplarını Frenk düzenbazlığına verdik.
İkinci örneğim bir diğer Osmanlı diplomatı olan elçi Mustafa Hatti Efendi'den. 1748 tarihli bir raporda kralın davetlisi olarak rasathaneye yaptığı ziyareti anlatır ve burada gördüğü "ilginç aletlerden ve harika eşyalar" ın bazılarından bahseder: Bize gösterdikleri tertibattan birisi şöyleydi: İki yan yana oda vardı. Birinde bir çark, çarkın üzerinde iki büyük, dairevi billur top vardı. Bunlar, kamıştan daha ince delik bir silindire iliştirilmişti ve buradan çıkan uzun bir zincir diğer odaya gidiyordu. Çark dönünce zincir üzerinden sert bir rüzgar diğer odaya esiyor, burada yerden yukarıya çıkıyordu. Eğer biri rüzgara değse rüzgar o kişinin parmağına vurur ve bütün vücudunu titretir. Esas ilginç olan eğer biri rüzgara dokunurken bir başkası o adamı tutsa, sonra bir başkası da ikinci adamı tutsa ve bu şekilde yirmi-otuz kişi bir halka oluştursa bunların her biri en baştakinin parmak ve vücudundaki sarsıntının aynısını duyar. Bunu kendimiz denedik. Sorularımıza açık cevaplar vermediklerinden ve her şey bir oyun gibi olduğundan bunun hakkında başka bir şey öğrenmemiz gerektiğini düşünmedik. Bir diğer tertibat küçük cam şişelerden müteşekkildi. Bunları taşa ve ağaca çarptığında kırılmıyordu. Sonra şişelerin içine çakmaktaşı koydular ve bu parmak kalınlığında taşın etkisine bile dayanan şişeler un gibi çözüldü. Bunun ne olduğunu sorduğumuzda ateşten çıkan ve hemen suda soğutulan camın bu hale geldiğini söylediler. Bu mantıksız cevaplarını Frenk düzenbazlığına verdik.
Yüzün gülsün artık senin de ey bahtsız şehir!
Gözler şimdi peygamberler şehri Kudüs üzerinde... Müslümanların ilk kıblesinde... Kudüs, giyebilene ateşten bir gömlek! Kudüs, rüya şehir... Bir simge... Bir yüce mânâ... Hz. Süleyman'ın Kudüs'ü, Hz. Mûsâ'nın Kudüs'ü, Hz. Muhammed’in, o kutlu Peygamberin Kudüs’ü… Hz. Ömer'in Kudüs'ü ve bizim Kudüs’ümüz.. Kudüs'ü yüreğiyle fetheden Selahaddin-i Eyyûbî'nin Kudüs'ü… Cadde ve sokakları, evlerinin ve mabedlerinin duvarları artık kandan, top-tüfek dumanından görünmeyen çilekeş şehir! Kudüs! Bütün dinlerin sevgilisi... Bizim en sevgilimiz! Hz. Peygamber’i konuk edip göklere, yüceler yücesine uğurlayan kutlu mekân, mübarek belde! Ey güzel şehir... Dualarımız hep aynı: Rabbim seni korusun!.. Sevgililer sevgilisine bağışlasın seni... Bitsin bu acılar, bitsin bu kan ve bu gözyaşı... Yüzün gülsün artık senin de ey bahtsız şehir!
Reklam
Anaksogoras da bir süre atina da bulunmuş ama sonra güneşi ateşten bir top olsaydı için kovulmuştu.
İçimde çaresiz bir arzunun acısı var. Ayşe benim İzmir yolunda bacaklarımı bıraktığımı bilmedi. Hâlâ da eğer cephede top patlarsa ve kollarım, kafamla sağ kalırsam sürünüp gideceğimi bilmiyor.
sana kim sus dedi kalbim. dünya bir ateşten top gibi kavruluyorken toprak güneş sıtmasıyla sarsılıyorken burda, orda, öte yanlarda alınterinin öfkeyle fışkıyan şavkı yeryüzünü yeniden biçimliyorken ve depremle sarsılan halkların beyni illizyonizmin büyüsünü bozuyorken seni kim büyülemek istiyor Kalbim. Bildim hiç kuşkusuz su yılanları, yeraltı fareleri ve akbabaların koruyucusu çarpıcıların, kemirgenlerin, leşçilerin şaşırtılmış kolcusu.
224 syf.
·
Puan vermedi
·
4 günde okudu
Halide Edip'in ad hırsızlığı diyebilirim. Kendisi de esere başlarken kitabın adını Yakup Kadri'den çaldığını kelamiyle tarihe kazımıştır. Peyami'nin gözünden Yunanlar, savaş, top sesleri, Ayşe-İhsan aşkı. Milli mücadele romanları arasında ilk olduğundan okunmaya değer. Ancak keyif için okunmak istediğinde yeterli bir kitap olduğunu düşünmüyorum. Biliyoruz ki Milli Mücadele döneminde adını mitinglerde duyuran Edip, eserinde yer yer otoboyografik esintiler katmış. Bu esintilerle birlikte savaşta kadının önemini yıllar sonra da bizlere iletmiştir. Gerektiğinde at sırtında cengaver, gerektiğinde çadırda bir hemşire, gerektiğinde eğitimci bir Ayşe Kadınla selamlar. "Edebiyat Tarihi Ateşten Gömlekin 6 Haziran 11 Ağustos 1922 tarihinde Idam gazetesinde tefrika edildiğini yazarlar. Doğu ve batı kültürlerinin sentezine ulaşmış Halde Edip, efsanevi konuşmacısı olduğu Sultanahmet Mitingi'nde hükümetlerin düşman, milletlerin dost olduğunu söylemişti . Geçen onca zaman onun sözünü ne yazık ki doğrulamaya devam ediyor, hükümetleri bir türlü "ferdin ezeli hürriyet mücadelesinde" fertleri dost kılamıyor. Belki bu yüzden ferdin sırtında hâlâ ateşten gömlekler var. Sen kitaplar ve kağıtların dilinden anlıyorsun, yanık şeyler söyle, beni istesin!" (s210-211)
Ateşten Gömlek
Ateşten GömlekHalide Edib Adıvar · Can Yayınları · 201923,4bin okunma
Reklam
(52. Fayda): Zikir meclisleri, meleklerin de hazır bulun- dukları meclislerdir. Melekler, zikir meclisleri dışında dünyanın herhangi bir meclisinde hazır bulunmazlar. Nitekim Buhâri ve Müslim A'meş'ten, O da Ebû Salih'ten, O da Ebû Hüreyre'den rivâyet etti ki: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyur- du:
Medinenn Sonuna Kadar Savunulması Kararı Üzerne Fahreddn Paşann Bildirisi
Medine'nin sonuna kadar savunulması kararı üzerine, Fahreddin Paşa 12 Nisan 1917'de bir bildiri yayımlar. Bu bildiride, Şerif Hüseyin ve oğullarının Medine'ye ulaşan yolları tahrip edip, kuşatma altına alarak düşürmek istedikleri ifade edilerek şöyle denilmektedir: "...Bilin ki, şeci ve kahraman askerlerim, bütün İslamın manevi desteğiyle Hilafetin gözbebeği olan Medine'yi son fişeğine, son damla kanına, son nefesine kadar korumaya ve savunmaya görevlidir. Buna askerce, müslümanca azm ü cezm etmişlerdir. Bu asker Medine'nin enkazı altında ve nihayet Ravza-yı Mutahhara'nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten dokunmuş kızıl bir kefenle gömülmedikçe Medine-i Münevverr kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minarelerinden ve yeşil kubbesinden Osmanlılığın Albayrağı alınamayacaktır. "Ey halk! ".. İngiliz yaltakçılığına tenezzül eden bu âsiler, bu kere İngiliz bayrağı taşıyan bir İngiliz uçağını Mescid-i Saadet üzerinde dolaştırdığı gibi, bir gün Medine surlarına sokulup Peygambere karşı top atmaktan da utanmayacağından..." Fahreddun Paşa, bizimle kalarak, mukadderatımıza katılmak isteyenler, bizden erzak istememek şartıyla Medine'de kalabilirler, isteyenler de şehri terk edebilirler, diye bitirir. Fahreddin Paşa'nın bu duyurusu üzerine, halk kitleler halinde kenti terketmeye başlar. İsteyenler, trenle Şam'a nakledilirler.
Sayfa 360Kitabı okudu
bütün sokakları bir bir dolaştım kanayan ve ateşten bir top olan kalbimi derin, uğultulu ve beyaz ellerine bıraktım
Deniz kıyısına geldiğim zaman güneş ufukta ateşten bir top halindeydi. Her an bir parçası denizin sonsuz maviliklerinde kayboluyor, yavaş yavaş sönüyordu. Islak kumların üzerine oturdum. Denizin sürüklediği bir dal parçasıyla yere adını yazdım. Bir dalga geldi, giderken adının harflerini de birlikte götürdü. Tekrar tekrar yazdım ve dalgalar tekrar tekrar sildi adını.
Sayfa 250
255 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.