Atlıkarınca bu dünyada icat edilmiş bir şey değil. Mistik bir şey. İnsanlar bir gün hazır buldular. Kimin yaptığını kimseler bilmiyor. İnsanlar bir gün koca bir meydanda atlıkarıncayı buldular ve çocukların dışında kimse binmeye cesaret edemedi.
Çok renkli, ışıltılı, çok albenili, şenlikli bir atlıkarıncaya binmişsin ama olduğun yerde, aynı dar çemberin içinde durmaksızın dönüyorsun. Bütün oyalanmaların sonunda olup biteni anlaman geciktiği için dönüş yolunu bulabilme ihtimalin de iyice zayıflıyor. En sarsıcı olanıysa kabulleniş, o yolda daha evvel hiç yürümemiştin, gölgen peşinden gelmiyor. Güvenlik duvarların yıkıldı. Işıklar söndü, ortalık karardı, atlıkarınca durdu, müzik kesildi, rengarenk atların boyası döküldü, gürültülü makinelerden saçılan yağ, pas ve is kokusu arasında kalakaldın, nerede olduğunu bile bilmiyorsun..
"..Bir gülünce tanıyordum sen değildin ne yapsam elimden gelmiyordu
Tanıyordum elimden gelmiyordu
Yoksa ne güzel aldanacaktım
Yabancılığın daha alımlıydı belki..."
Atlıkarınca
Tel cambazı istiyordu ki dünya istediği gibi olsun. Bile bile aldanmaya vardırıyordu işi. Ama olmuyordu kendisi vardı.
Önceleri terliydi avuçlarımdan kayıyordu
sonra sonra hem alıştım hem sevdim
dedim ki ne iyi bu kadındır gecenin yarısında
etleri var beyaz, gergin sıcaklığı var öp öp ısın
karanlık sokakları kötü lokantaları ısınmış