Doğa ile sanat hep birbirine karşıt görülür. Doğanın yarattıklarına karşılık sanat insanın yaratısıdır. Ama nihayetinde sanat da bir parça doğadır, çünkü sanat eserini üreten insan nihayetinde doğanın bir parçasıdır.
Sayfa 117 - Yordam kitap 5. Basım çeviren : Sevinç AltınçekiçKitabı okudu
...diyalektik her şeyi en genel ilişkileri içinde, karşılıklı bağımlılık ilişkilerini izleyerek, sabit değil geli­şen şeyler olarak ele alır. Şu soru sorulabilir: Diyalektiğin bu gizemli bilimini nasıl öğrendik? Bu bilgeliği nereden alıyoruz? Diyalektiğin türetildiği üç kaynak vardır. Birinci kaynak doğadır, doğal süreçlerin gözlenmesidir. Zaten Herakleitos ilk başta diyalektik düşüncesine böyle ulaşmıştı. İkinci kaynak insanlık tarihinin incelenmesi, tarihsel dö­nemlerde, üretim tarzında, toplum biçimlerinde ve bunlarla ilişkili olan toplumsal düşüncelerde meydana gelen değişikliklerin izlenmesidir. Üçüncü kaynaksa insan düşüncesinin kendisinin incelenmesidir. Bu noktada bir soru daha gelir: Aklımıza bulduğumuz diyalektik düşünce kanunlarının, gerçekliğin kanunlarıyla, yani doğadaki, tarihteki değişim kanunlarıyla örtüşmesinin garantisi nedir? Ama nihayetinde bu pek de olağandışı bir şey değil, ne de olsa insan doğanın bir parçasıdır. İnsan düşüncesi son tahlilde doğal bir süreçtir,...
Sayfa 115 - Yordam kitap 5. Basım çeviren : Sevinç AltınçekiçKitabı okudu
Reklam
Karl Marx bir keresinde şöyle demişti: Felsefenin -bununla materyalizmi kast ediyordu- görevi dünyayı çeşitli biçimlerde yeniden yorumlamak değil, dünyayı değiştirmektir.
Sayfa 187 - YordamKitabı okudu
Tanıdık
İnsan -teknolojik ve ekonomik olarak- ne kadar az gelişmişse doğaya o kadar bağımlıdır, dolayısıyla tüm doğa olguları­na dini fantazi gözlüğüyle bakmaya da o kadar eğilimlidir.
Köle emeğiyle inşa edilen toplumun ikinci çelişkisi de, geçinmek için emek harcamanın özgür yurttaşlar için onursuzluk anlamına gelmesidir. Emek değersiz bir şey addedilir. Emek yalnızca köleler içindir. Antikçağın en mükemmel ve en özgür kafalarına emekle ilgili bu düşünce hükmediyordu. Üstelik bu düşüncenin başka bir sonucu daha vardı: Köle sömüremeyen özgür yurttaşlar devletin sırtından geçinmek zorundaydılar. Onlar devletten geçinen parazitler, asalaklardı. Antikçağın mülksüz özgür yurttaşı modern proletaryadan çok önemli bir noktada ayrılır. Proletarya emeğiyle bütün toplumu, yani kapitalistleri ve diğer herkesi geçindirir. Mülksüz özgür yurttaş, yani antikçağın proletaryası köle emeği sayesinde devlet tarafından geçindirilir. Devletin kendisi mülksüz özgür yurttaşların geçimi için gerekli araçları sağlayan çok sayıda köle çalıştırıyordu. Ayrıca, güçlü bir şehir olan Atina başka birçok şehri de yenilgiye uğratıp haraca bağlamıştı ve buradan elde ettiği geliri de mülksüz özgür yurttaşları beslemek için kullanıyordu. Haliyle bu tür bir şehrin varlığı sürekli olarak tehdit altındaydı. Köle emeği gibi güvenilmez temellere dayanan toplum giderek daha çok zorlukla karşılaşıyordu.
Sayfa 56
Reklam
182 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.