Tam bu sıralarda ya da az sonrasında İslam topraklarının kalbindeki üç büyük milletten üçüncüsü olan Türkler ortaya çıktılar. Orta Asya'da Seyhun (Siriderya) nehrinin ötesindeki ana vatanlarından, Ortadoğu'ya geldiler. Türklerin çoğu pagandı, ancak aralarında bazıları Hıristiyanlık, Maniheizm, Yahudilik ve Budizm’i ikrar etmişti. Fakat zamanla, neredeyse istisnasız tamamı İslam'a geçti ve İslam dünyasında çok uzun bir süre önemli ve baskın bir rol oynamaya başladılar.
Türkler ilk başta Ortadoğu'ya asker ve fert olarak geldi ve kısa süre içerisinde İslam ordularına hakim oldular. On birinci yüzyılda, fatih ve sömürgeci olarak geldiler ve İslam can evinde, merkezi İran'da olan yeni bir imparatorluk kurdular. İlk Arap Müslüman fatihler, Toros Dağlarında Bizanslılar tarafından durdurulmuştu. Bu dağlar yedinci yüzyıldan on birinci yüzyıla kadar İslam alemi ile Hiristiyan dünya arasındaki sınırı oluşturmuştu. Türkler, önceki istilacıların başarısız olduğu yerde başarılı oldu ve Avrupa sınırını daha da öteye götürerek Anadolu'yu İslam alemine kattılar. Fetihten sonra Anadolu'ya çok sayıda asker yerleştiler; bu yüzden Batılı ziyaretçiler -bu toprakların sakinleri olamasalar da- baskın etnik ve dilsel unsur Türkler olduğu için bu bölgeyi Türkiye olarak anmaya başladılar.
Anadolu'nun fethi ve Türklerin buraya yerleşmesi ile birlikte, Trans-Kafkasya ve eski Türk toprağı olan Orta ve Doğu Asya'da kesintisiz bir Türk kuşağı oluştu. Ortadoğu'nun hemen hemen her yerinde, Türkler, azınlık olsalar da, iktidar unsuru oluşturdular.