Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
16. Yüzyıl’da Avrupa’da Rönesans 16. yüzyıla kadar batının çeşitli sanatsal uygarlıkları önceki daha sonrakini ortaya çıkararak birbirlerine uysal bir şekilde izlediler 15. yüzyılda bile gotik ve Rönesans üslupları barış içinde yan yana yaşayabiliyordu Floransa katedrali’nin yapımına başlandığı zaman Milano katedrali bitirilmek üzereydi ama 16. yüzyıldan sonra batı sanatı birbirini dışlayan Savaşkan ideolojilerle ve hatta ulusal rekabetlerle parçalanmıştı Her biri bireysel bir katkıda bulunan ama hepsi eskiden beri kurulmuş kültür merkezleri ile boy ölçüşmek isteyen yeni ulusların olgunluğa ulaşması batının ifade zenginliğini çoğaltma ve Avrupa’da 300 yıllık bir yaratıcı gerilimi ortaya çıkarmaya yönelmişti. Yüzyıllar boyunca gotik sanatın labirentleri içinde kaybolup gitmiş olan Avrupa için İtalyan Rönesans’ın ne kadar tedirgin edici bir deney olduğunu göz önüne alırsak ortaya çıkan bunalımın daha da kötü olmaması karşısında hayret etmemiz kaçınılmazdır. Ne var ki gotik üslup bütün olanaklarını tüketmişti ve İtalyan sanatının tüm Avrupa yüzeyindeki Doğurgan etkisi bu üslubun kurumuş dallarına taze bir öz suyun yürümesini sağlamıştı. Ülkeler art arda kendilerinde yenilenmiş bir yaratıcı güç bulmuşlardı ve kendi dehalarğını ifade edebilme konusunda kendilerine güven duymaya başlamışlardı.
15. yüzyılda Avrupa sanatı, dünyayı düşünsel düzeyde, çok geçmeden artık duygusal ve hayal kurmaya dayanan taşkınlıkların konusu olarak değil, ama bir bilgi nesnesi olarak görecekti. Dolayısıyla sanatçıların üzerinde durdukları temel sorun, artık derinliğin ve mekansal değerlerin canlandırılmasıydı. Üç boyutluluk konusunda duyulan tutku heykeltraşlığı bütün öteki sanatlardan daha yüksek bir düzeye yerleştirdi ve bu tüm Avrupa’da yüzyılın sanatsal birliğini sağlayan ilke haline geldi. Floransalı sanatçılar mekansal değerlere yönelen irdelemeyi akılsal yollardan gerçekleştiriyor, mekanı bir geometri ağının içine sokmaya çalışıyorlardı. Dünyaya bir muhabir gözüyle bakan sanatçılar, araştırılması gereken uçsuz bucaksız bir alan, insan ve doğa dünyasına ait sayısız fon çeşitleri bulmuşlardı. Bu irdeleme İtalya için şaşmaz bir bilimdi ve Leonardo resim sanatını insan bilgisinin baş taci haline getirmeyi düşünüyordu. Çünkü onun için yeryüzündeki formları tasvir etmek dünyanın bilimsel açıdan incelenmesini gerekli kılıyordu.
Reklam
Menfaatlerini, vatanından ve milletinden çok sevenler yeniliğe karşı.
Batı dillerinden bazılarını öğrenen, sefirlik veya diğer memuriyetlerle veya öğrenimini tamamlamak maksadıyla veya seyyah sıfatıyla Avrupa'da dolaşan bazı gençler, Osmanlı İmparatorluğu'nda varlığı artık herkesin gözüne batan dengesizlik ve buhranın giderilmesine hizmet edecek kanaatiyle, Osmanlı saltanatı teşkilatı esasiyesinin değiştirilmesini, Fransa ihtilali prensiplerine, hürriyet, eşitlik, meşrutiyet esaslarına göre yeni müesseseler oluşturulmasını teklif ediyorlardı. İlk meşrutiyet tecrübesi yapıldı. Bu tecrübe, meşrutiyetin ortaçağdan kalma Osmanlı saltanatının dağılmasını hızlandıracağını pek aşikâr gösterdiğinden, saltanatın muhafazasında herkesten ziyade menfaati olan saray ile hâkim zümre kendilerini derhal topladılar ve eski idare usulünü şöyle böyle muhafaza edebildiler.
Osmanlı'da Türk iktisadî sahasının ölmesi, Avrupa sermayesinin nüfuzu
Tanzimat'tan itibaren Osmanlı ordularının yalnız Müslüman gençlerinden ve bilhassa Türk delikanlılarından oluşturulması, askerlik hizmetinin yalnız Müslüman tebaayla sınırlanması, gayrimüslimlerin iktisat sahasında artık rekabet edilemeyecek derecede yükselmelerine yol açtı. Bazı Osmanlı aydınları tehlikeyi görüyorlardı. Tehlikeyi görmekle beraber, imparatorluk ricali ciddi tedbirler alamıyorlar; aksine, Avrupa sermayesinin kendi memurlarını, yani Hıristiyan tebaayı korumak amacıyla yaptığı tehditlerden korkarak, Müslüman tebaanın hukukunu sınırlamaya mecburiyet görüyorlar! Saltanatın gerçek hâkim zümresi artık saray ve Babıâli değil, sefaretler ile banka ve şirketlerdir. Müslüman tebaa için uğursuz olan bütün bu neticeler, Avrupa'daki maddi, sınai, iktisadi ihtilalin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki etkileridir.
Avrupa'daki iktisadî ve siyasi devrimler Osmanlı'daki dengeyi bozdu
Gerek sınai-iktisadi, gerek siyasi-hukuki ihtilallerin etkileri bir müddet sonra Osmanlı İmparatorluğu'nda da sezilmeye, görülmeye başladı. Evvelen sınai-iktisadi inkılabın etkileri gayet maddi ve bariz olmakla beraber, bunun açık bir şekilde idrak ve ifade edilebilmesi siyasi ihtilalin etkilerinin neticelerinden sonraya kalmıştır! Hakikaten 18. asırdan itibaren Batı Avrupa milletlerinin tüccarı, memleketlerinin mamullerini Doğu'ya, Osmanlı İmparatorluğu'na bol bol taşıyorlardı. Kapitülasyonlar bu mamullerin memlekete girmesi için açılmış kapılardı. Büyük sanayi gelişip vapurlar Doğu iskelelerine yanaşmaya, demiryolları Osmanlı İmparatorluğu topraklarına yayılmaya başlayınca büyük sanayi mamulleri evvelen sahil şehirlerinde, gitgide dahil şehirlerimizde bile yerli küçük sanayii imha ediyor, esnafı yavaş yavaş ortadan kaldırıyordu. Dükkânını, sanatını kaybeden esnaf ya çiftçiliğe ya memurluğa ya ameleliğe yahut işsizliğe mahkûmdur. İstanbul esnafının tarihi az çok incelenirse çok dikkate değer vakalara rastlanır.
Milli mücadele sadece İslam'ı değil bütün Doğu'yu kurtarmıştır.
800 sene evvel, Sakarya vadisinde Haçlılara başarıyla karşı koyan Kılıçarslan'ın Selçukîleri, yani Anadolu Türkleri yerinde, bugün İsmet Paşa'nın Osmanlıları, yani yine Anadolu Türklerikavrayamıyoruz bulunuyor. Tarih, asırlar ölçen koca pergeliyle, İnönü muharebelerinin büyüklüğünü takdir edecektir. Biz, belki bugün, bu müdafaanın kıymet derecesini hakkıyla tahmin edemiyoruz; belki bugün Sakarya vadisinde, İnönü kayalıklarında yalnız Türkiye'nin değil, yalnız İslam âleminin de değil, bütün Doğu'nun,kavrayamıyoruz dolayısıyla bütün Avrupa'nın ve dolayısıyla bütün âdemoğullarının gelecekteki hayatına tesir edecek çok muazzam bir tarihi vaka cereyan ettiğini kavrayamıyoruz.
Reklam
Bazı tarihçiler, Bri­tanya'nın Fransa'nın yanında savaşa girme hususundaki niyetini önceden açık etmiş olması durumunda Almanya'nın bu den­li saldırgan davranamayacağını söyleyerek savaşın sorumluluğunu kısmen Britanya'ya yükler. Fakat Britanya'nın ilgilenmesi gereken kendi sorunları vardı. 1914, nicedir beklenen İrlanda Özerk Yönetim Yasası'nın uygulamaya gireceği yıl­ dı. Ayrıca, İrlanda'nın kuzeyindeki Protestanlar ile güneyindeki Katolikler iç savaşa hazırlanıyordu. Dikkatini kan gölüne dönmenin eşiğindeki İrlan­da'ya yönelten Britanya, başını bu meseleden kaldırdığı vakit doludizgin sa­vaşa ilerleyen Avrupa'da artık herhangi bir değişikliğe yol açamayacağı kadar geç olmuştu. Başbakan Herbert Asquith ve Dışişleri Bakanı Edward Grey'in başlarını çektiği hükumet Fransa'yı destekliyordu. Ancak halkın savaşa destek vermesine neden olan şey Belçika'nın istilasıydı. Grey, savunmasız ve cesur Belçika' ya yardım için savaşa girilmesi gerektiğine dair 3 Ağustos' ta parlamen­goda tutkulu bir söylev verdi.
Tanzimat, Osmanlı için ölümcül silah olmuştur.
Tanzimat, Doğu meselesinin iktisadi devresinde, Avrupa'nın Osmanlı Devleti aleyhine kullandığı en öldürücü silah olmuştur: Sırf sermaye ile ve bu devrede sermayenin iki itaatkâr hizmetçisi mahiyetinde olan kültür ve siyaset ile, evvelleri harp ve siyasetle nail olduğundan daha çok kazanmıştır. Haçlıların bu bilmem kaçıncı seferinde İslam ehli üzerine havale ettiği bu yeni olacaktı zehirli silah, yani sermaye, yalnız siyasi bağımsızlığı, milli hâkimiyeti değil, yalnız dini ve milliyeti değil, geçim vasıtalarını kökünden kesiyor ve bu suretle Müslümanların hayatına, varlığına taarruz ediyordu. Tam başarı halinde, Doğu'nun ahalisi Avrupalıların kul ve kölesi olacaktı; Avrupa, Doğu'yu, İslami Doğu'yu ruhsuz bir ceset haline getirecek, istediği gibi kullanacaktı. Bağımsız geçim vasıtaları olmayan insanlar, rızklarını dağıtan kimselerin her türlü emel ve fikirlerine boyun eğmeye, tam itaatle itaat etmeye mecburdurlar. Aç insanlar yumuşak hamur gibi istenilen şekil ve kıyafete sokulabilir… Doğu meselesinin iktisadi safhasında, Avrupa Doğu'yu, tam canını alacak noktadan, midesinden yakalamıştı. Eğer başarılı olsaydı, artık Doğu meselesi tamamen ve katiyen halledilmiş olacaktı…
Batı, faiz yoluyla sanayi ve ticaretimizi imha etmiş ve esir almıştır.
Biz memleketin seneden seneye fakirleş- tiğini görüyoruz, söylüyoruz ve buna yanıp yakılıyoruz ve bunun sebeplerini araştırıyoruz. Memleketin seneden seneye fakirleşmesinin en önemli sebebi, kanaatimce yabancı sermayesinin memleketimize girip faiz ve temettü yoluyla bağımsız sanayi ve ticaretimizi başlamıştır imha suretiyle milli servetimizi çekmesi ve ezmesi olmuştur. Avrupa sermayesi yerlileri soyup soğana çevirerek sanatsız, sermayesiz, yersiz yurtsuz bırakmak gayesine tamamen ermek istiyor; çünkü bu halde yerliler, ucuz ucuz, ancak boğaz tokluğuna çalıştırılabilen bir nevi iş hayvanı olacaktır. Devletimizin, milletimizin başına gelen en büyük felaketler Avrupa sermayesi yüzündendir. Avrupa sermayesinin girmesinden itibarendir ki, Osmanlı saltanatı pek süratle dağılmaya yüz tutmuş, yok olma uçurumuna doğru dev adımlarıyla yürümeye başlamıştır.
Avrupa sermayesinin Türkiye'yi istilasından ne gibi neticeler doğdu?
Bu neticeler, bugün, artık kör gözlere bile batacak raddeye gelmiştir: Memleketimizin maden servetleri yabancı sermayedarlara mal oldu; memleketimizin kara ve deniz nakliye vasıtaları, demiryollar ve vapurlar tamamen yabancı sermayedarlar elindedir; memleketimizin belli başlı iskelelerinin limanları, sahillerimizin fenerleri yine yabancı sermayedarlar elindedir; memleketimizin belki en önemli bir servet kaynağı olan tütün işi de yabancı sermayedarlar elindedir; memleketimizde akçe piyasasının mutlak ve müstebit hükümdarı olan sözde Osmanlı Bankası yabancı sermayedarların elindedir; ve nihayet Düyunu Umumiye kuruldu ki, onun vasıtasıyla memleketin gelir kaynaklarından birkaç belli başlısı doğrudan doğruya yabancı sermayedarlarının idaresi altına geçti; ve devletin bağımsızlığının bir kısmı bu suretle zayi olmuş oldu… Banka, Reji, Düyunu Umumiye, Avrupa kapitalinin Türkiye iktisadi bağımsızlığını asmak için hazırladığı altından bir sehpadır. Efendiler, efendiler, Düyunu Umumiye'nin bildiğiniz muazzam ve muhteşem binası, tesadüfi olarak, İstanbul'un bağrına ve Babıâli'nin ta tepesine kurulmuş değildir. Bu mahallin seçilmesinde, hatta binanın şekil ve kıyafetinde bile timsali bir mahiyet vardır. Padişah sarayından ve Babıâli'den daha sağlam, daha mükemmel, daha gösterişli olan bu bina, Tanzimat'tan beri Osmanlı Devleti'nin gerçek hükümdarı olan Avrupa kapitalinin, Avrupa sermayesinin yüce hükümdarlık sarayıdır.
Memalik-i Şahane Duhanları Müşterekü'l-Menfaa Reji Şirketi veya kısaca "Reji", Osmanlı Devleti, Düyunu Umumiye ve üç bankacılık grubu (Die Österreichische Kreditanstalt - Viyana, Banker S. Bleichröder - Berlin ve Bank-ı Osmani-i ŞahaneKitabı okuyor
Reklam
"Bugün dahi tarih yazımında, Gedik Ahmed Paşa'nın Otranto hâkimiyeti; efsaneler, abartmalar, karalamalar, kasideler birbirine karışmış bir şekilde yer alıyor. Otranto, biz Türklerin tarih ders kitaplarının bir köşesinde unuttuğu ama Avrupalıların Avrupa bilincinin oluşumundaki önemli tuğlalardan biridir. Fatih'in amirali Kaptan-ı Derya Gedik Ahmed Paşa 1480 yılı Temmuz ayında kuşatmadan evvel âdet olduğu üzere fethedilecek yerin, yani Otranto'nun sancakbeyliği de uhdesine verilerek İtalya toprağına ayak bastı ve 15 gün içinde Puglia eyaletinin merkezi olan Otranto Kalesi teslim oldu. Bu, Osmanlı'nın en uç noktadaki fethidir ve Fatih Sultan Mehmed'in uygarlığın merkezi İtalya'ya olan düşkünlüğünden dolayı aslında acele yöneldiği ve stratejik bakımdan pek hazırlanmadığı bir fetihtir."
biz avrupa tarihçisi gibi değiliz; sadece julius caesar'ı, tacitus'u okuyarak ve germanya'nın milat sıralarındaki durumunu kavrayarak tarihimizi kısa sürede öğrenemeyiz. bugün bir alman'ın, bir fransız'ın, bir britanyalı'nın kaynakları romalılardır; onları okurlar, öbür diller zaten yazısız dillerdir. ama eldeki kaynaklar işlenmiştir, kolaydır. tarihte her zaman boşluklar vardır ama söz konusu kaynaklarla kolay duvar örülüyor. türkçe öyle değil, ilgili tarih içinde henüz üzerinde tartışılmamış çin, hind ve iran epigrafik ve paleografik malzemesi çoktur. bunun yanında sanskritçe, eski pahlavi dili gibi dillerde okumalar yapmak lazım. kurgandan (mezar) halı çıkıyor mesela; gel de o halının yerini tespit et. oradaki kavim söz konusu halıyı kullanmış ama kavmin tavsifi kolay iş değil. tarihçiliğimizin bu bakımlardan çok büyük problemleri var
Sayfa 37 - timaş yayınları, 3. basımKitabı okuyor
Avrupa'nın, Osmanlı'yı paylaşama(m)asından doğan Cihan Harbi
Avrupa büyük devletlerinin Doğu'yu ve Doğu'nun bir kısmı olan Osmanlı İmparatorluğu'nu aralarında uyuşarak, dostça paylaşamamaları Cihan Harbi'nin önemli sebeplerindendir. Bu bakımdan denilebilir ki, Harbi Umumi Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşmak için açılmıştır. Lakin efendiler, Osmanlı toprakları, boş arazi, sahipsiz arazi değildi; bu memleketin sahip ve hâkimleri, Türkler vardı. Türkler çok yorgundular; fakat ölü değil, diriydiler; memleketleri parçalanmak, bağımsızlıkları bitirilmek, namusları çiğnenmek istenilince, tabiatiyle işe karıştılar. Bu suretle Osmanlı Türk devleti mevcudiyetini, hayatını müdafaa ve bununla beraber bütün İslami Doğu'nun esaretini hafifletmek için, bilmem kaçıncı defa, Hıristiyan Batı'nın müthiş taarruzuna, dört taraftan hücumuna karşı göğüs germeye lüzum ve mecburiyet gördü.
Gericiliğe fırsat vermeden, çağdaşlaşmayı uygulamalıyız.
Batı'da aralıklarla meydana gelip, gericiliklerle çarpışarak, kanlı fedakârlıklar sayesinde nihayet galebe çalabilen Rönesans, dini reform ve ihtilal hareketlerinin semerelerini, biz kısa bir zamanda elde etmeye mecburuz ve bunun için o hareketlere karşı çıkan engellerin hepsine birden hemen bir anda göğüs germek mevziindeyiz. Avrupa'da birkaç asra yayılmış olan olguları Türkiye'de birkaç on seneye sıkıştırmak icap ediyor. Türkiye çağdaş devleti az zaman zarfında başarıyla kurulamazsa, fırsatın elde kaçırılmış olmak tehlikesi vardır.
keza at üzerine olan türk lügatı çok zengindir. bugün izleri var ama bunları tamamen bilmiyoruz. atların renklerine, yaşlarına, cinsiyetlerine göre farklı isimler var. öyle ki teferruata girildiği zaman bu isimlendirme binleri buluyor. araplar hiçbir zaman "on dört yaşındaki boz renkli dişi deve" demezler; onun kısa bir adı vardır. çünkü çölde güdülürken o deve öyle çağırılır. at ve deve üzerine bu zengin lügat, bir yandan da militer bir hareket tarzını getiriyor; örgütlenme ve çabuk hareket kabiliyeti. bunun yanında bir de silah ve demir işçiliği var. demir; uygarlaşmış, felsefe üreten bir milletin işi değil. avrupa tarihinde kuzey avrupa'nın barbarları için "holstein kültürü" denilen bir devre var; bu kavimler daha okuma yazma bilmedikleri zamanlarda demir işliyorlardı. demir işi çok büyük şehir merkezleri kurmayı gerektirmiyor. anadolu'ya da demiri getiren hititlilerdir. naşili dediğimiz bu kavim, muhtemelen güney ukrayna'dan anadolu'daki hattilere saldırdı, demir ve silah da onlarla birlikte geldi.sonrasında hükmettikleri yerin adını aldılar, kendilerine "hatti" denildi. en önemli unsur da devlet mekanizması... bizim göktürk kağanlığı ve türgişler var. bunlar birer devlet; dış ilişkileri var, vergi toplamayı, ganimet paylaştırmayı biliyorlar
Sayfa 36 - timaş yayınları, 3. basımKitabı okuyor
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.